Logo Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş... Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş...

Theseus’un Faşist Gemileri

Çeviren: Menkıbe Çeviri Kolektifi

Gazetecilik yazılarının çoğunda, günümüz aşırı sağın tahrip gücü, absürt çocuk kurgularının diliyle dönüşsüz bir biçimde teorize edilmiştir. Ayna metaforu, “aynalar dünyası” metaforu, labirent ve rahimsi “tavşan deliği1” metaforu gibi metaforlar, günümüz faşizmin tehditkâr ötekiliğinden sıyrılıp bir hikâye kitabı tarzında sunulduğu betimleme biçimleridir. Terimin “absürdist edebiyat”2 ile ilişkilendirilme sıklığı, “aşırı sağın” siyasi otoritesi ve de toplumsal kabul edilebilirliğinin gün geçtikçe inkâr edilemez hale gelmesi sebebiyle artmaktadır.

Anlam berraklığı; siyasi otoriteye sahip olma. Bu kavramlar, her ne kadar şu anda birbirleriyle yakından veya derinlemesine ilişkili görünmese de Through the Looking Glass’daki gibi, “mantık da dahil olmak üzere her şeyin tersyüz olduğu” bir dünyada, birbiriyle pekâlâ derinden veyahut yakından ilişkisiz olabilirler. Yakın zamanlarda yayımlanan sol-sağ “diagonalizm” üzerine alışılmadık yarı-oto-kurgu Doppelganger: A Trip into the Mirror World adlı eserinde Naomi Klein, sağcı “ayna dünyasının” genellikle dilin “anlamındaki” bir düşüşü izlediğini ileri sürerken benzer bir tespitte bulunmaktadır.

Talep olmadan hiçbir şeyi kabul etmeyen iktidar, hiçbir şeyi kabul etmeden de talep eder bir hale gelmiştir. İkinci ifadenin anlamsızlığı çarpıtılarak geriye doğu, ilkinin özel anlamına doğru uzanıyor gibi görünmektedir. O kadar ki (Klein’a göre) her ikisinin de doğruluğuna ve önemine sıkı bir inançla bağlanmak giderek daha da zorlaşmaktadır. Klein ise bu durumun internetle bir ilgisi olduğunu öne sürüyor ki kendisi hakkında uzun uzadıya konuşmaktan utandığı apaçık ortada. Popüler kullanımda faşizm, sermayenin yapısal-toplumsal hiyerarşisi de dahil olmak üzere toplumsal hiyerarşiyi (yeniden) üretmek için kullanılan siyasi muhaliflere karşı doğrudan şiddet olarak anlaşılmaktadır -ki bu tanımda her şey son derecek açıktır. Fakat faşizm neden sadece böyle işlemiyor? Bu yazının giriş kısmı, Donald Trump ile Joe Biden arasındaki 2024 başkanlık tartışmasından bir gün sonra kaleme alındı. Tartışmada Biden, Trump için “O… yapılmakta olanlardan sorumludur” demişti.

Kelimelerin içe içe girmesi veyahut bulanıklaşması, anlamın elde edilebilir ve aynı zamanda kaçak göçük, uçsuz ya da sadece anlamsız hissettiren kelimelerin yanlış kullanımı, bir biçimde günümüzün bir yansıması gibi gözükmektedir sanki bir konuşma “politik” olduğunda her daim böyleymiş gibi: enteresan bir şekilde sadece dünyanın en güçlü adamı cümlelerini bir araya getiremediğinde gerçekten yüzeye çıkan bir bulanıklık ve karışıklık.

Bu deneyimi ciddiye alan, faşizmin ne anlama geldiğini sormak yerine nasıl olduğunu soran ve netlik kaybının, kafa karışıklığının, yönünü kaybetmişliğin ve aynı zamanda kasıtlı anlam kaymasının önemli politik araçlar olduğunu kabul eden -yeraltına gömülmüş- anti-faşist analiz geleneği var.

Sartre’ın “Anti-semitistlerin cevaplarının saçmalığının tamamen farkında olmadıklarına asla inanmayın” ifadesi programatik bir başlangıç ​​noktası olabilir; lakin sorun bu sezginin daha geniş tarihsel gelişmelerle nasıl ilişkilendirileceğidir. Şayet, Guy Debord, sermayenin “öylesine bir birikim derecesine ulaştığı; dahası bir imgeye dönüştüğü” konusunda haklıysa, o zaman şu soru akıllara gelmektedir: Neden bir tavşan deliğinin imgesi? Ve neden her şeyden evvel imgeler?

Albert Toscano’nun “Geç Faşizm” kitabı, faşizmin dönemselleştirilmesi (post-faşizm, kripto-faşizm, para-faşizm) hakkında yazılan tuğla gibi kitaplara yeni bir giriş mahiyetinde olmadığı gibi, ABD devlet politikalarındaki güncel gelişmelerin “faşist” olarak sınıflandırılıp sınıflandırılmayacağına karar verme girişimi de değildir. Aşırı sağ üzerine yazılmış günümüz eğilimlerin bitmek bilmeyen entelektüel ve biyografik ornitolojisi (bir tür sol-liberal koleksiyoncu çılgınlığı), Toscano’nun entelektüel ve politik amaçlarına temelden yabancıdır.

Geç Faşizm, siyasi kategorilerin anlamı üzerine veyahut daha doğru bir ifadeyle, bu kategorilerin dil ve toplumsal etkinliğin etkileşimi yoluyla fayda sağlayıcı ya da zarar verici bir şekilde nasıl indirgendiği üzerine bir deneme olarak okunulabilir. Geç Faşizm, bu nedenle, heterodoks antifaşist teorilerin bir tarihi (veya hatta bir “mozaiği”) değildir. Her ne kadar Toscano mütevazı bir şekilde bunun bu şekilde okunabileceğini öne sürse de Geç Faşizm daha ziyade hareket halindeki politik bir hedefin (geri ateş eden bir hedefin) nasıl analiz edileceğine dair bir deneme.

Ayrıca, bazı kısımların diğerleriyle “çeliştiği” veyahut geçersiz kıldığı; bütünün sürekli olarak yeni unsurlardan kurtulup edindiği, kendi karmaşık ve “yapılandırılmış tutarsızlığını” bir dövüşçü erdemi haline getirdiği devasa bir organik nesneye yönelik bir tür performatif betimleme yöntemi olarak da düşünülebilir ki birçok Ortodoks Marksist teorinin kavramakta zorlandığı bir eğilimdir bu. Daha soyut bir düzeyde ise “solun” sağla ittifak kurma, sağa doğru kayma veyahut fark edilmeden sağa dönüşme eğilimine karşı bir profilaksi girişimi olarak da okunabilir; ki bunu genellikle sınıf fikrini etnik veya toplumsal olarak muhafazakâr bir çoğunlukçuluğa dönüştürerek yapar.

Geç Faşizm, ister “elit-progresif” ister “ekonomik-kurumsal” türden olsun, burjuva liberalizmiyle basitçe ittifaklar yapmadan bu profilaksiyi uygular. Esas meselesi, kavramsal dehlizlere düşmeden ve iki eğilimi birbiri içinde eritmeden (1920’lerin Stalinist Üçüncü Pozisyonculuğundan 1970’lerin Fransız Holokost’u reddeden ultra soluna kadar ultra-solculuğun çeşitli biçimlerine kıyasla) hem liberalizme hem de faşizme yöntem düzeyinde karşı çıkmanın bir yolunu oluşturmaktadır. Anti-faşizmin su götürmez kesinkes pratiğinin “teorisini” sunmadan yapması alışılmadık bir durumdur. Okuyucular, anti-faşizmi burjuva liberal “anti-faşizm”den, “popülist” diyagonalizmden ya da red-brownism’3den tamamen ayıran bir tanımını bulmaya çalışmaları boşunadır çünkü böyle bir şey yoktur. Lakin yine de bir ayrım vardır. Belirli bir yaklaşım açısında veya bir ilişki biçimi olarak bir ayrım söz konusudur.

Böylesine dolaylı ve “meta-teorik” bir yöntem nasıl haklı çıkarılabiliriz? Toscano’nun sunduğu şekliyle faşizm, bir siyaset felsefesi olmaktan ziyade daha çok “çöpçülük” ya da “taklit” geleneğidir. Bu gelenek, devrimci solculuğun yönlerini olduğu kadar liberal burjuva düzeninin yönlerini de taklit etme yeteneğine sahiptir.

Kitabın alt başlığında (“Irk, Kapitalizm ve Kriz Politikaları”) ifade edilen özü, Toscano’nun da gösterdiği gibi, birincil meşguliyetini -kabaca tanımlanmış, mevcut hiyerarşinin savunulması- kendisine yabancı görünen politik söylemin sözlüklerine ve biçimlerine dönüştürüp erittiği için, kendini gizleyen kaçak göçek bir özdür. Bu, kitabın analiz nesnesinin aynalarla dolu salon gibi görünmesine sebebiyet verebilir. Fakat temsil sorununa düşman olan faşizm teorileri (taklit, benzerlik, görünüm, benzerlik) faşizmi tasvir etme çabasında faşizm tarafından sürekli olarak alt edilmeye müsaittir. Son zamanlarda faşizm söyleminin taklitçi yönü o kadar bariz bir hale geldi ki sosyal demokrat ana akımda bile ele alındı: Klein’ın son zamanlarda çevrimiçi politik deneyimle baş etmenin bir yolu olarak “kurguya” yönelmesinin önemi burada yatmaktadır.

Faşizm kendisini her yerde bir irade ve temsil sistemi olarak ortaya koyar. Hatta “kavramları” bile benzerlik, taklit ve kamuflaj yapılarıdır; fikirlerinin yapılandırılmış tutarsızlıkları maksimum yıkıcı zıtlık sistemleridir. Toscano’nun kitabının motive edici yanı -Donald Trump’ın 2016’daki ilk zaferi ve bu gelişmeyi “beyaz işçi sınıfına” yaptığı çağrı olarak açıklama furyası -yakın siyasi tarihin belki de ilk büyük taklit şokuydu; faşist ve sol söylem arasında, “solun” büyük bir kısmının anlayamadığı veya anlamaya hazırlıksız olduğu bir “benzerliğin” keşfi, birçok sosyalist ve komünistin liberal anayasacılık ve kimlik ilericiliğiyle bir anlaşma yaptığı, diğerlerinin ise standart red-brownism sentezi uyarınca sınıf ve cinsiyet özgürlüğünü, cilt pigmentasyonu ve cinsiyet farkı gibi farklılaştırılmamış bileşen parçalarına indirgediği yıllarca süren teorik şaşkınlığın başlangıcıydı.

Birçok yönden halen böylesine bir vahşilik içinde dolaşıyoruz. Geç Faşizmi düşünmenin makul yollarından biri, faşist teorinin kendisinin bir serap görünümü sistemi olduğunu anlamadığımız sürece faşizmi teorileştirmenin imkânsız olduğunun bir göstergesi olarak düşünmektir. Toscano’nun kendine özgü yapılandırılmış tutarsızlıklar bütünüyle kendi teori-dışılığı, diğer şeylerin yanı sıra teorik görme yöntemi olarak anlaşılabilir. Bu anlamda, faşizmi estetik bir sistem olarak anlayan daha edebi-eleştirel bir geçmişten gelen diğer yakın tarihli yazılarla, özellikle şair William Rowe’un Seeing Against Fascism adlı yakın tarihli çalışmasıyla örtüşmektedir.

Geç Faşizm’in açılış bölümü, yukarıda taslağını çizdiğim bağlamı daha ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır. İlk olarak, o zamana kadar uzun süredir devam eden “faşizm” teriminin, yakın zamanda yeni seçilen ilk Trump hükümetini tanımlamak için yararlı olup olmadığı tartışmasına geç bir müdahale olarak yayınlanan bölüm, “sol” tarafından “beyaz işçi sınıfının'” ihmal edildiği varsayımı ve buna bağlı olarak faşist düşüncenin farklı dönemlerinde “zamansızlığın” rolü hakkındadır.

Buradaki argümanın gidişatı sonraki bölümlerde ortaya çıkanlardan biraz farklıdır ve bu nedenle temel hareketlerini adım adım ortaya koymakta fayda var. Toscano, zamansal ve mantıksal ayrışmanın açık ve merkezi temalar olduğu iki muhalif Marksist yazara atıfta bulunarak başlar: Ernst Bloch ve Georges Bataille. Faşizmin sermaye için “işlevsel” olduğu iddiasını öne süren 1930’lardan kalma daha Ortodoks faşizm teorilerinin günümüzdeki geçerliliğini reddeder. Burada, Toscano’nun geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki “benzersizlikler” olarak tanımladığı üç ilginç ve potansiyel olarak zıt iddia tanıtılır; bunlar arasındaki gerilim, kitabın merkezi meselelerinden birini oluşturacaktır:

1) Faşizmin sermaye üzerindeki işlevselliğine dair erken dönem Ortodoks Marksist teoriler (“ekonomik” krizlerin üstesinden gelmek için kullanışlı bir devlet terörizmi biçimi olarak) sermayenin “yeniden üretimine yönelik varoluşsal tehditlere karşı koymak için istisnai bir devlete doğru kitlesel olarak koşmadığı” günümüz için yetersizdir: bu argüman, mevcut “Marksist” literatürün çoğunun sert bir şekilde reddedilmesidir.

2) Heterodoks Marksistler, faşist hareketlerin bilincinde ve estetiğinde kapitalizm öncesi “kalıntıların” rolünü anlamaya çalışarak (ve bunların “rasyonel ilkelerinin irrasyonel stratejiler üretme riski taşıdığı bir komünizm için sınır dışı kaldığını” savunarak) geçmişin bugünle ilişkisine dair daha karmaşık bir anlayışın kapısını açtılar.

3) Ancak bu “kalıntılar” günümüzde artık net bir şekilde tanınamamaktadır.

Açılış bölümü daha sonra kitabın geri kalanının karakteristiği olan birkaç önemli farkla birlikte bir şekilde gelişmeye başlar.

Toscano, günümüz toplumda Blochian eş zamansızlığın olası sona erişini düşünürken, Pasolini’nin tüketim toplumunu kültürel farklılıkların “soykırımından” sorumlu “faşizm” olarak ele alan geç dönem düşüncelerine yüzünü döner. Pasolini’nin -kasten “abartılı veyahut “şişirilmiş”- iddialarına yaslanarak, 2010’ların sonlarında faşizme özgü eşzamanlı olmama biçiminin bir tür “şimdiki zaman nostaljisi” olduğunu öne sürer: parçalar halinde varlığını sürdüren ve endüstriyel moderniteye özlem duyan kent dışı bir toplumun “yaşam biçimleri” için değil, “trente glorieuses (30 yıllık ihtişam)4’in savaş sonrası refahı” biçiminde endüstriyel modernitenin kendisine yönelik bir arzu.

Bu argümanın siyasi motivasyonları ilerleyen sayfalarda ortaya çıkmaktadır. “Politika ve tarihin çağdaş bağlantısını” daha incelikli bir biçimde düşünmemizi sağlamak için bahsedilen Bloch ve Bataille, günümüz faşizmindeki çarpıtılmış ütopik dürtülerin kaybını göz önüne almak için tekrardan “kalibre edilmeli” veyahut “düzeltilmelidir”.

Bu kaybın ya da tahribin kendisi, “faşizmin temel belirleyicilerinden birinin yani kapitalist düzene yönelik devrimci tehdidin yokluğu” politik bir çerçeve içerisinde açıklanabilir.

Adorno’nun faşist ajitatördeki anti-ütopik “sahtelik” açıklaması ve Jairus Banaji’nin faşist “seri gruplar” hakkındaki Sartrean açıklaması üzerinden kitap bizleri bir solukta bölümün politik ve kavramsal kökenine geri götürüyor ki bu da bizi devrimci bir ufkun kaybının, gruplarının esasen çorak karakteri biçiminde günümüz faşizmine, yani sınıf kavramını grup olarak kavramasına, yani allanıp pullanan sözde “beyaz işçi sınıfı” kavramına götürdüğü savına.

Hiç şüphesiz bahsi geçen grup, muhtelif politik alanlardan gelen yazarlarının 2016-17’de “terk edildiğini” ilan ettikleri ve Trumpçı sağın yükselişine dair anlatılarının merkezine entelektüel ve politik bir totem olarak yerleştirdikleri gruptur.

Bölüm, bir soybilim çalışması kisvesi altında gizlenmiş çarpıcı bir polemik müdahaledir. Lakin “eşzamansızlık” konusundaki karmaşık değerlendirmesi, kitabın başlığındaki sıfat olan “geç”e de ışık tutar. Bu sıfatın Toscano’nun düşüncesinde kendine özgü bir konumu vardır.

Geç Faşizmin türetildiği “geç kapitalizm” ifadesi, başlangıçta Dördüncü Enternasyonal Troçkist Ernest Mandel tarafından kapitalist toplumun savaş sonrası yapısını tanımlamak için önerilmişti, daha sonra (ve belki de daha bilindik olan) Fredric Jameson tarafından kapitalizmin sözde “kültürel mantığı” tanımlama girişiminde ele alındı.

Mandel’in bu terimi kullanımı, süreksizlik içindeki kapitalist sürekliliğini, dahası en önemli ve teorik olarak sakıncalı biçiminin İkinci Dünya Savaşı ve Nazi Holokostu’nun kendisi olduğunu ima eder. Mandel, aynı başlıklı kitabında “geç kapitalizm” diye yazar ve devam eder “... yalnızca emperyalist, tekelci-kapitalist dönemin daha da gelişmiş halidir”. Toscano’nun bu terimi kullanışı bundan daha farklı olamazdı.

Toscano’nun Geç Faşizm’i geçmişin ve bugünün nitelikli sürekliliğinin bir anlatımından ziyade; analiz biçimleri, kategorileri ve gelenekleri arasındaki sınırları sistematik bir biçimde yıkan bir anti-dönemselleştirme çalışmasıdır. Bu çalışma kurtarma sözcüğü ile bir tür “bağlantı” (bir diğer favori terim) içinde varlığını sürdürür; başlangıçta -ırksallaştırılmış “işçi sınıfı”na dair Toscano’nun okumasının indirgemeci ve polemik tonu ile çatışan- sınıf üzerine yapılan müdahalede anılan ancak bir kenara bırakılan ve birkaç bölüm sonra kurtarılacak olan sınıfın, görünüşte zıt bir projenin ana hatlarıyla belirtildiği faşizm teorisine dair bir yaklaşım: “Faşizmin yağmalanmış hazineleri arasında ütopya da vardı. Ve faşist yağmalama, komünist kurtarma ile karşılanacaktı.”

Kitap ilerledikçe ve ilk bölümün dönemleştirme ve polemik hedefleri önemini yitirdikçe, kurtarma (salvage) toposu giderek daha merkezi bir hale gelir ki değişen bu vurgu, Toscano’nun esas olarak George Jackson’ın avukatı ve Angela Davis ile yaptığı mektuplaşmalarda ortaya koyduğu faşizm açıklamasından ve Blood in My Eye (1972) adlı kitapta toplanan diğer yazılardan faydalandığı ırk hakkındaki ikinci bölümde kendisini gösterir. Jackson’ın San Quentin’deki hücresinde geliştirdiği ve kaleme aldığı düşünceleri, faşizme karşı Üçüncü Pozisyon yaklaşımıyla kesişir; bu yaklaşım, faşizmi sosyal demokrasinin benimsediği bir politik görünüm olarak tanımlar ki bu tanım Jackson’ın faşizmi ekonomik reform olarak tanımladığı meşhur formülasyonunu temelidir.

Toscano, bu teoriye Bloch ve Bataille analizini tanımlayan yaklaşımdan farklı bir yöntem benimser. Onu “düzeltmez” veyahut “yeniden kalibre etmez”. Daha ziyade, Jackson’ın faşizm hakkındaki düşüncelerini, hapishanesinin maddi altyapısında somutlaşmış haliyle olduğu gibi aktarır: “beton ve çelik, havalandırmaya gizlenmiş küçük elektronik dinleme cihazı, bize göz atan bir grup gardiyan, bir haftalık emeği karşılığında aldığı ve zar zor çalışan plastik teybi.” Okuma yöntemi incelikli bir biçimde fakat kökten değişmiştir. “Aşağılanmış”, abartılmış ya da sadece hakaret olarak kullanılan “kavramlar”, “büyük bir hayal gücü çabasıyla” ele alınmalıdır (Jean Genet, Toscano tarafından alıntılanmıştır). Böylesi bir okuma Toscano’nun Jackson’a tepeden bakması veyahut sadece anlayış göstermesiyle ilgili değildir; çünkü bu yöntem, kitabın sonraki bölümlerinin her biri için bir okuma yöntemi haline gelir. Geç Faşizm, teorik kavramları zamanla (daha sonra Adorno’dan ödünç alınan bir ifadeyle) “hem alet hem de yara” olarak ele alır.

Toscano’nun Jackson ve Angela Davis’in yazışmaları hakkındaki duyarlı yorumu -onların yazışmalarının “yorum farklarıyla işaretlenmiş, derin bir yoldaşlıkla iç içe geçmiş” olması- faşist politikalara, faşist psikolojiye ve faşist teoriye dair komünist teorilerin arşivini bir okuyucu olarak kendi pratiğinin leitmotifini teşkil eder. Faşizmin analizi, esaslı bir “tanım” için verilen mücadele olmaktan çıkar ve (yine Adorno’dan ödünç alınan bir ifadeyi kullanarak) bir tür “psikolojik alanın” tanımına dönüşür ki söz konusu “alanı” işgal eden görünüşte çelişkili fikirler ve iddialar arasında derin bir yoldaşlık kurma yeteneği, daha sonra bir meta-yorumun entelektüel ve politik ustalığının -“koalisyonel olasılıkları” önceden haber verme yeteneği-ölçüsü haline gelir.

Bu bağlamda bu çalışma, faşizm üzerine son dönemde ortaya konan diğer bazı önemli düşüncelerle örtüşmektedir. Şair ve eleştirmen William Rowe, 2023 yılında İngiliz şair Verity Spott’un şiiri üzerine Seeing Against Fascism başlıklı bir broşür yayımladı. Rowe’un programatik müdahalesinde faşizm kavramların değil, görmenin bir ürünüdür. Herhangi bir kategori, faşist “düzlem” olarak adlandırabileceğimiz alan içinde kendi biçimiyle var olabileceği gibi, onun dışında veya ona karşıt olarak da var olabilir. Bu noktada amaç sadece “şeyleştirme”nin kötü, “ilişkiler”in iyi olduğu şeklindeki geleneksel bir argüman ortaya koymak değildir. Daha ziyade, faşizmi temel kavramsal özelliklerle tanımlama girişiminin neden kaçınılmaz olarak döngüsel akıl yürütmelere ve (belki de daha önemli olarak) belirli bir psiko-sosyal hissiyata yol açtığını açıklamaktır: entelektüel ve politik klostrofobiye benzer bir hissiyat.

Faşist bir “görme biçimine” karşı en makul tepki, gözlerinize uzun altın iğneler saplamak değil, farklı bir şekilde görmektir. Aynı şekilde, faşizmin kendi politik anlayış kategorilerimiz içinde var olması, bu kategorilere yönelik kendimizi farklı şekilde konumlandırmamızı gerektirir. Rowe’nun, faşizmi kavramların yalnızca ikincil bir rol oynadığı bir algı biçimi olarak ele alan yaklaşımı, Toscano’nun bazı yönleriyle örtüşür. Örneğin Toscano, Davis’in şu argümanıyla bağlantılı olarak, “faşizm ve demokrasinin farklı görünürlüğü ve deneyimi” üzerine yazar: “Gizli ve hapsedilmiş insan nüfusunun giderek artması, tehlikeli ve hatta faşist bir eğilimdir, ancak bu durum görünmez hale getirilmiştir.” Toscano ayrıca, “kuramsal kategorilerin doğruluğuna dair değerlendirmelerde tahakkümün farklı deneyimlerinin” merkezi rolüne dikkat çeker. Deneyim görmeyi de içerir. Bize bakan zorba güruh, gözleriyle deneyimler.

Toscano’nun bölümlerine yaklaşmanın verimli bir yolu, bunları yalnızca faşist düşüncenin “alanları” olarak değil (eklemeli “tanımlar”dan kaçınmanın bir yolu), aynı zamanda komünist düşüncenin üst üste bindiği alanlar olarak görmektir. Kitapta bu yaklaşımın çok açık bir şekilde ifade edildiği yerler vardır, örneğin daha önce alıntılanan programatik açıklamada, faşist “yağmalama”nın komünist “kurtarma” ile karşılaştırıldığı bölümde olduğu gibi. Ancak bu mesele, Toscano’nun “arşivinin” nasıl oluşturulduğunda olduğu gibi başka yerlerde örtük bir şekilde de mevcuttur. Tanıtılan faşist kavramsal-tematik “alanlar” her zaman komünizmi düşünmenin yollarıdır ve faşist düşüncenin “alanları” içinde de varlık gösterir.

İnkâr edilen gerçek bir gerçeklik... orada olmaması gereken bir şeyin hayalde tezahür etmesi... “Hiçbir görüntüsü olmayan, ancak mekânı sarsan ve bu şeyin temellendirilme olasılığını ortadan kaldıran” güçlü bir kuvvet.

Bu yine Rowe’ya ait bir ifade, ancak bu pasaj, Toscano’nun yönteminin farklı bir tonda yeniden düzenlenmiş bir tanımı olarak okunur.

Organik metaforlar burada önemli bir rol üstlenir. Toscano, faşist düşünceyi tanımlamak için sık sık “metastaz” figürünü kullanır -bozulmuş bir organizmacılık, kanserleşmiş bir Romantizm. Toscano’nun faşizmin “geçliği”ne dair yaklaşımı, sıklıkla, Georges Didi-Huberman’ın The Surviving Image: Phantoms of Time and Time of Phantoms, Aby Warburg’s History of Art adlı eserinde farklı bir bağlamda tanımlanan “huzursuzluk” (malaise) söz dağarcığına derinlemesine geri döner.

Arkeolojik model, Freud’un hayatı boyunca ilgisini çekmiştir. Zaman hakkındaki düşünceleri- yani evrimdeki paradokslar ve düzensizlikler [huzursuzluklar] üzerine olan fikirleri -sıklıkla bu modele dayanmıştır. Örneğin, aşamalar veya duraklamalar (stases) sorusunu, tabakalar yani maddi derinlikler sorusuyla ilişkilendirmesi gibi.

Burada Toscano’nun temel metaforlarının her ikisi de öngörülmektedir. “Aşamalar” veya “duraklamalar” (stases), anarşist geçiş süreçleri olan “metastaz” olmadan düşünülemez. Toscano’nun “zaman dışılık” üzerine ilk bölümünde, yirmi birinci yüzyıldaki faşizmin eşzamanlılığına, yani bir “şimdinin nostaljisi”ne dair söyledikleri, kitabın ilerleyen bölümlerinde, faşizmin, liberalizmin ve komünizmin yirminci yüzyıldaki tarihlerini -hem teori hem de pratik olarak- ele alarak, bu tarihlerin “jeolojik olarak yerinden edilmiş ve üst üste yığılmış tabakalarına” dönüşür. Bu geçmiş, bugünün tanımlandığı bağlamı oluşturur. “Eşzamanlılık”, modern politik tarihi -kabul etmek gerekirse tahrip edilmiş ve yağmalanmış bir arkeolojik alan olarak tanımlanan- bir sistemin içinde sadece bir tabaka haline gelir. Didi-Huberman’ın terimlerini kullanacak olursak, bu sistem “anakronizmlerin, faz kaymalarının, gizil süreçlerin, gecikmelerin ve artçı şokların” düzenlediği bir sistemdir. Zamanın huzursuzluğu, bir çıkmaz olarak değil, bir düzensizlik olarak somutlaşır ve kontrol edilemez büyümelerin bir arkeolojisine yol açar.

Psikanalitik zaman olarak adlandırabileceğimiz şeyin tarihsel süreç düzeyine genelleştirilmesi, Toscano’nun bir tür faşist ölüm dürtüsünü takip etmesiyle birleşir (her ne kadar Toscano bu Freudyen kavramdan kaçınsa da): -faşizmin yıkım ve şiddetten aldığı haz. Bu tema kitapta farklı biçimlerde ele alınır: Heidegger’in ulusal kader olarak ontolojikleştirdiği kahramanca ölüm; faşist ezoterizmin “ölüm dini”; ve Toscano’nun ezoterik aşırı sağ tarikatlarda ve faşist “yalnız kurt” saldırganlarıyla ihtiyatlı bir şekilde ilişkilendirdiği “anlamsız görev” veya “nedensiz vahşet” ideali.

Furio Jesi üzerine olan bölümün son kısmı, bu “boşluğu” ırkın dile getirilmeyen ve mitik fikrine bağlar. Ancak Toscano, mazoşist ve anlamsız bir arzuyu boşluk olarak tanımlayarak, faşizm ve anti-faşizmin aynı fikirler, gelenekler, kavramlar ve dil ile nasıl ilişkili olduğunu anlamak için farklı bir yol sunar. Bu aynı zamanda her ikisinin de nasıl ortaya çıktığını ve dönüştüğünü, yani faşizmin “geç” döneminde veya anti-döneminde politik kimlik deneyimi için önemli olan bu örtüşme ve yan yana gelme sorunuyla nasıl başa çıkılacağını gösterir.

Didi-Huberman’ın tanımladığı “jeolojik olarak yerinden edilmiş ve üst üste yığılmış tabakalar”, “zamanın tersine dönmesi, bir merkez etrafında konsantrik tabakalaşma, dolambaçlı yollarla giden kırık hat, atın hamlesinin zikzak çizgisi” gibi ifadeler, faşist dürtülerin “boşluğu”na ve bir komünizmin, her iki kavram ve insan arasında beklenmedik bağlantılar kurarak yeni yaşam koşulları yaratmaya çalışan “kurtarma” içgüdüsüne sürekli açık olan alanları ifade eder. Toscano, zaman üzerine olan bölümünün sonunda şunu yazar: “Anti-faşist teori, yalnızca meta biçimi ve zamanı düzeyinde çalışamaz.” Aynı şekilde, anti-faşizm “tanımlanamaz”, sadece tarif edilebilir. George Jackson’ın San Quentin’deki hücresinde kapitalist tarih üzerine düşündüğü gibi, bu “orada olmaması gereken bir şeyin” somut bir gerçeğidir.

Jackson’ın teorisinin ürünlerini, üretim koşullarından bağımsız olarak değerlendirmek (ki Toscano’nun da belirttiği gibi, bu koşullar metinlerin içinde açıkça ve belirgin bir şekilde yer alır), başlı başına bir inkâr biçimidir ve bu açıdan, William Rowe’un tanımladığı faşist görme biçimiyle yakın ilişkilidir: gözdeki kan.

Toscano’nun kitabının kapsadığı “alanlar”; faşist düşüncenin zaman, ırk, özgürlük, soyutlama, tarih, mit ve arzu gibi konularda geliştirdiği fikirleri ele alır; yani komünistlerin de bu alanlarda benzer şekilde pozisyonlar geliştirmesi beklenebilir. Burada geliştirdiğim ana iddiaları şematik olarak sıralayabilirim.

İlk olarak, faşizmin özgürlük hakkında kendine has “fikirleri” olduğu, özellikle de devletin granitik bir totaliter bloktan ziyade, iktidar mücadelesinin verildiği bir “arena” olarak görülmesi gerektiği söylenebilir. İkinci olarak, faşizmin mitleri kullanması, yani önceki toplumsal yapıları “hayatta tutan” unsurları kullanması, ideolojisinin temel parçalarıdır ve Alfred Sohn-Rethel’in toplumsal pratikte etkin olan “gerçek soyutlamalar” anlayışına dayanmaktadır. Üçüncü olarak ise, arzu önemli bir rol oynar, özellikle de kavramlar ve dilin kullanımıyla bağlantılı olarak. Kitabın, Furio Jesi’nin faşist dil ve mit hakkındaki dolaylı iddialarını kışkırtıcı bir şekilde ele alan sondan bir önceki bölümü; faşist arzu, toplumsal cinsiyet normatifliği ve seks politikaları hakkındaki sonuç bölümünden önce gelir ki bu sıralama tesadüfi değildir.

Toscano, ön sözünde “Bu kitap, geçmişin farklı kesitlerinden ve yerlerinden gelen materyallerle kendi yolculuğumun kaydını tutuyor, kendimi yönlendirebilmek için bir pusula oluşturmaya çalışıyorum” diyor. Bu mekânsal-topografik metafor, Klein’ın “ayna-dünya” kavramını çağrıştırır ve belki de onun Carrollian haritasını dolaylı olarak onaylar. Aynı zamanda, Klein’ın kitabında karşımıza çıkan rahatsız edici çift (ikiyüzlü okuyucu!) teması, burada bir komünist “kurtarma” imgesine dönüşür; faşistlerin de kendi metapolitik amaçları için sürekli olarak “çöpçülük” yaptığı teorik bir “pusula”nın parçalarıdır. Kavramsal yön kaybı (devasa topografik alan), kimlik kaybına (aşırı yakınlık) yol açar. Toscano, bu uyumsuzlukla çalışırken, Klein’dan bir adım daha ileri giderek, mekânsal yön kaybı ve kimlik kaybının birleşik deneyiminin dayanılması gerektiğini ve bunun, anti-faşist bir teorik ve politik yaklaşım geliştirme sürecinin parçası olabileceğini ima eder.

Faşizm ve liberalizm üzerine yazılan birçok metin, topografik-coğrafi metaforlar kullanarak karmaşayı anlatırken, buna rağmen fanatik bir şekilde yakınlık fikrine odaklanır. Yakınlığa duyulan nefret, Klein’ın kitabının harekete geçirici sebebidir ve çoğu liberal faşist “totalitarizm” teorisinin organize edici ilkesidir; burada burjuva özgürlüğü, faşist otoriterliğin “zıddı” olarak görülür ve bu sosyal mesafenin korunması, politikanın özü olarak kabul edilir. Toscano’nun kitabına yazılan bir incelemede (Marxism and Philosophy Review of Books,) Conrad Hamilton, bu çalışmayı, liberal kimlik politikalarına aşırı yakınlık şeklindeki karşıt bir eleştiriyle eleştirir: “Liberal bir katılımın sahte umudu.”

Benzerlik korkusu, kimliğini sürekli olarak kavramsal reddetme eylemleriyle kurmaya çalışan politik düşüncenin kökeninde yer alır: Ben böyle değilim, biz böyle değiliz, bu bizden farklıdır. Bu, teorik dilin bir ayna oyununa dönüşmesidir; yani belirsiz kavramların yansımalarına bakarak sürekli olarak kendi politik ve toplumsal kimliğini inşa etme çabası. Toscano, “gecikmişliği”, “kavramsal tanım”ın bir tür hile oyununa dönüşeceği tarihi-politik bir nokta olarak tanımlar ve bununla birlikte, alternatif bir öz tanımlama için materyal olarak, reddedilemez ve kendi içinde çelişkili kavramlara dair ilişkilerin tüm yelpazesiyle karşı karşıya kalırız: bozulma, abartma, stereotiplilik, eklektizm, aşırı vurgulama, edebiyat ya da daha kötüsü, şiire dönüşen konumlanmış ve evrenselleştirilemeyen dil, yanlış yorumlama, yanlış özelleştirme, benzerlik, görünüş, taklit.

Bunlar ve diğer ilişkili terimler, faşizmin burjuva liberalizminin gelenekleriyle (onları yok etmekten ziyade) ilişki kurduğu araçlardır; en açık şekilde, hem tarihsel olarak üretilen -üretim güçlerinin bir “işlevi”- hem de (Toscano’nun kendi ifadesini kullanırsak) son derece “farklı” bir şekilde sahip olunan bir özgürlüğü sömürmesi yoluyla: her zaman ve tanımı gereği bazı insanlar için zarar verme, şiddet gösterileri başlatma ve ötekilerin potansiyelini mahvetme özgürlüğü olan bir özgürlük.

“Anti-faşizm”in yara bere içindeki aracı, kendisi de bozulmuş, konumlandırılmış, kendisiyle çelişen, eklektik ve mübalağaya yatkındır; ancak aynı zamanda, örtüşen ve tartışmalı kavramlar sistemi içindeki kaçınılmaz kovalamacayı, kaçınılmaz kavramsal yakınlık da dahil olmak üzere, ilişkinin kendi mediumu aracılığıyla kendini tanımlama aracına dönüştürmenin bir yoludur. Toscano, “geç” (yani günümüz) faşizm üzerine kişisel biyografinin bozulmuş malzemeleri aracılığıyla düşünme görevini reddeder, ancak son mimetik şok döneminde “kendi” çağdaşlarımızın ve fikirlerimizin bizim karşıtımız olduğunu hayal ettiğimiz şeye dönüşmesini izlemenin acı verici görüntüsünden kurtulmuş olan çok azımız vardır. Bu anlamda hepimiz Naomi Klein’ız (ve Naomi Wolf).

Bu belki de bizi Alice Through the Looking Glass ve tavşan deliklerine geri götürüyor. Faşist düşüncede, kasıtlı absürdizm gereksiz olanla ilgilidir: pratik bağlılıkları her ne oluyorsa onu yoğunlaştırmak olan insanların “düşünmesidir”. 2016’daki Berlin Bienali’nde faşizm meraklısı küratöryel kolektif DIS tarafından asılan bir poster “neden tüm eğlenceyi faşistler yaşıyor?” diye sorduğunda, fikir tam da (“çocuksu”) sorumsuzluğun bu ütopik yönüyle ilgili gibi görünüyordu: düşüncenin anlamlandırma zorunluluğu yükünden kurtulması, ki bu belki de halihazırda güç, zenginlik ve ayrıcalık sahibi olanlara her zaman en çekici gelen negatif özgürlük fikrinin bir dışa vurumudur. Ancak Mussolini’nin “süper-relativizminin” kendi başına faşist kavramlar olmadığı, yalnızca faşist düşünce tarzları, “aşamalar” ya da her zaman meta aşamalara geçen “durumlar” olduğu anlamına geldiğini ciddiye alırsak, bu metastazların, bozukluğun ya da rahatsızlığın değişen sekanslarının Marksist “hücre formu” ne olabilir?

Mimetik ya da “çöpçü” bir gelenek olarak geç faşizm başka her şeye benzeyebilir; liberalizm ya da komünizm ya da büyük bir Avrupa metropolündeki bir sanat bienali gibi olabileceği gibi, para ya da bir kariyer hamlesi ya da bir ayna içeren fantastik bir dünya gibi de olabilir. Bu uyarlanabilir karakter, Geç Faşizm’in bazılarına neredeyse endişe verici derecede egzistansiyalist gelecek bir dil kullanarak yaklaştığı bir sorun yaratıyor. Toscano çalışması boyunca boşluklardan bahseder: “boşluğun taktiklerinden” ya da faşizmin kalbindeki “titreşen boşluktan”. Bu, Toscano’nun Theseus’un Gemisi5 sorunu olarak adlandırabileceğimiz şeye, yani eğer faşizmin bir tanımı yoksa ve sürekli yeni malzemeler topluyorsa, o zaman kendisiyle aynı olmadığı ve anlamlı bir kimlikten yoksun olduğu suçlamasına verdiği ana, zımni cevaptır.

Bu fenomenle ilgilenen önemli uzmanların bu şakacı ve provokatif imayı kabul etmeleri pek olası değildir. Faşizm, “eski muhafızlardan birinin” George Jackson’a söylediği gibi, “yer üstünde sadece bir partinin var olmasına müsaade eden ve hiçbir muhalif siyasi faaliyete izin verilmeyen ekonomik jeo-politik bir meseledir” ki mutatis mutandis [değişen koşullara göre] betimleyici kimi moda kelime varyasyonların varlığına izin verir. Faşizmin kurucu bir yokluk olduğu, kullandığı fikirlerle bir ilişki tanımladığı ve kullanamayacağı hiçbir fikri olmadığı düşüncesi derin ve dolayısıyla şüphe uyandırıcı bir şekilde metafizik görünüyor. Faşizm, sermaye, teknoloji ve devlet tarafından insan yaşamını tanımlamak için ortaya çıkan dillerin -siyasi geleneğe saygı duymaksızın hepsinin- içinde kendine yer bulan bir tür boşluktan daha fazlası olmalıdır. Öyle değil mi?

Soru havada asılı duruyor. Siyaset teorisi kendini imkânsız bir bilmeceden kurtaramazsa ne olur? Karen Dalton’ın “Katie Cruel” şarkısından bazı dizelerle anlatmak istiyorum:

Olacağım yerde olsaydım,

Olmadığım yerde olurdum

Burada olmam gereken yerdeyim

Olacağım yerde olamam

Bu fikir, Geç Faşizm’de birden fazla kez karşımıza çıkan son bir metaforla geri dönmektedir. Faşist özgürlük bölümünde Toscano, faşist “devlet-olmayan”ı (bir olumsuzlama ile tanımlanan başka bir kavram) “ırkçı emperyalizm tarafından yönlendirilen ve meşrulaştırılan siyasi ve ekonomik güç rekabetlerinin değişken arenası” olarak tartışır. Daha sonra, faşist arzu üzerine yazdığı bölümde, Robin Marasco’nun bir makalesinden uzun bir pasaj alıntılayarak, Marasco’nun faşizmin “beyaz kadınlara mutsuzluklarının bir açıklamasını ve öfkelerini ifade edebilecekleri duygusal bir alan sunduğunu” savunduğunu belirtir.

Öyle görünüyor ki, politik kavramlar da “değişken” arenalar, “öfkenin boşaltılması” için stadyumlar haline gelebilir. Lakin bunu ancak içleri boşaltıldıktan, orijinal anlamlarının vaat ettiklerini yerine getirememiş olmasından dolayı duyduğumuz öfke hissine cevap veren bir boşluk ya da yoklukla içselleştirildikten sonra yaparlar ki bu da politik kavramlar söz konusu olduğunda genellikle hayatımızı değiştirmektir. Çöpe atılmış ve bozulmuş faşist kavram, ancak başlangıçta tasarlandığı dönüştürücü veya tanımlayıcı görevi yerine getiremediğinde “öfkenin boşaltılması” için içi boş bir arena haline gelir. Faşizmin kendisinin her zaman “geç” olmasının ve (hiçbir şekilde liberalizm ya da komünizmin basit bir “aynası” olmamasına rağmen) kendine özgü bir felsefesinin olmamasının bir nedeni de budur. Bize ihanet ettiğine inandığımız siyasi fikirlerin içine sürüklenmiş bir tür deliktir. Kavramları, tıpkı devletleri gibi, “kavram olmayan”dır; dünyayı yorumlamanın ve değiştirmenin araçları ve yaraları, kavgacı yaralı düşmanlığın boşaltılması için boş arenalara dönüştürülmüştür.

Naomi Klein’ın beklenmedik “ayna dünyasına yolculuğu”nun ortalarında bir yerde dile getirdiği anlam, bugün “radikal bir tedavül devalüasyonu” sürecinden geçmektedir. Klein’ın kitabı, beklenmedik bir şekilde, en azından on yedinci yüzyıldan bu yana entelektüel elitizm için temel olan ve Alexander Pope ve Jonathan Swift gibi figürler tarafından dile getirilen bir topos üretmektedir: eğitimsiz insan kitlelerinin dilsel kullanımları ve kötüye kullanımlarının yol açtığı bir değerler krizi yaşıyoruz. Kavramların faşist taklitçiliğine atfedilen “eğlence”, nihilist bir hiperenflasyon komedisine dönüşen bu genel değersizleştirme eğilimidir.

Klein, güçsüzler ve zayıflar teknelerde ya da “üçüncü ülke” müşterilerinin toplama kamplarında işkence görüp öldürülürken, politik dilin sadece bir gürültü, güven verici bir şekilde “medyada” devam eden bir arka plan uğultusu gibi görünmeye başlamasını mesele eder. Ayrıca, toplumsal cinayetin faillerinin sanki muhalifleriymiş gibi konuşabilmeleri ve bu “sanki”nin anlamsızlık hissi, anlam kaybı, yönsüzlük, depresyon olmasıyla ilgilenir.

Toscano’nun “gecikmişliği” de aynı eğilimlerden bazılarını çağrıştırıyor gibi görünebilir. Ancak onun bozulmuş anti-faşizminin geç kalmışlığı değerle değil hayatta kalmakla ilgilidir ve bu ayrımın kendisinin tutunması zor olduğu gerçeği, kavramlar ve politik kimlik hakkında düşünme biçimimizi yönetmede değer ve saygınlık fikirlerinin mutlak hegemonyasına yönelik bir testtir. Kitabındaki George Jackson figürü, hâkim ve “esaslı” faşizm teorisinin her zaman bir tür anlamsız edebiyat, her zaman küçük elektronik dinleme cihazlarından, zar zor çalışan plastik teyplerden ve özellikle de çelik çubuklardan fantastik bir şekilde arındırılmış baş aşağı bir dünyaya açılan bir tavşan deliği olduğu, kitabın temel dersidir. Bir anlamda açıkça yanlış bir Üçüncü Pozisyon Stalinizm’inin bozulmuş nesnesi, Jackson için bir açıklama aracı haline gelmiştir. Kendisinin bir Üçüncü Siyonist Stalinist “gibi” olacağından korkmuyordu. Bu anlamda bir zenginlik hastalığı olarak ortaya çıkan mimetik şok deneyiminden de muzdarip değildi; Geç Faşizm’deki “sınıf” temasının, şimdi yanlış görülmeye dair eski kaygı olarak geri gelmesini müsaade eden bir keşif.

Nihayetinde hayatta kalmamıza yardımcı olan şeyin değeri önemsizdir. Eğer politik söylem artık içi boşaltılmış ya da önemsizleştirilmiş bir şey olarak deneyimleniyorsa, öyle ki (bir gazetecinin Biden için söylediği gibi) “hafızası zayıf, sempatik... yaşlı bir adamın” laf kalabalığı her şey hakkında temel bir gerçeği dile getiriyor gibi görünüyorsa, o zaman bu belki de politik dilin değer kaybının değil, mevcut tüm değer sistemlerinin kendi entelektüel ve politik dayanıklılığımızla ilgisizliğinin bir yansımasıdır. Toscano’nun kitabının bozulmaya açık yaklaşımı bunu ima ediyor. Aynalardan, tavşan deliklerinden ve sorumsuz arzulardan arınmış kendi kavramsal alanımız olmayabilir, ancak birbirimizin yaşamasına yardımcı olmak amacıyla kendimiz de dahil olmak üzere ölü ve bozulmuş malzemelerle ilişki kuruyoruz. Bozulmuş haliyle anti-faşist Theseus Gemisi, Frank O’Hara’nın bir zamanlar yazdığı gibi, size koşulsuz olarak şunları sunuyor: “gövdemin ve irademin yırtık pırtık halatları”.

 


Kaynak: Radical Philosophy, 2.17, kış, 2024.

1 -İngilizcede rabbit hole ifadesi çıkmaz, açmaz anlamına gelmektedir. Yazar iki anlamlı kullanmıştır. -çn.

2 -İngilizcesi “absurdist fiction”. Nihilizmden beslenen bir janr. Yazar burada nihilizme sürüklenen kitlelerin faşizmle (sonuçlanan) olan bağına işaret etmektedir. -çn.

3 -İtalyanca bir kavram olan rossobrunismo’dan kökenlenen bu ifade, genel olarak Marksist kökenli argümanların -sıklıkla çarpıtılarak- ırkçı veya milliyetçi siyasi pozisyonları desteklemek için kullanılmasını ifade eder. -çn.

4 -trente glorieuses,1945 ve 1975 yılları arasında Fransa’nın yaşamış olduğu ekonomik ihtişamı kapsayan döneme verilen Fransızca adlandırma. -çn.

5-Theseus’un Gemisi (Theseus Paradoksu olarak da bilinir), bir nesnenin orijinal parçalarının tümü zamanla birer birer değiştirildiğinde aynı nesne olarak kalıp kalmadığını sorunsallaştıran felsefi bir paradokstur. -çn.

Hakkımızda

İnsanlık tarihi, insanlığın yürüdüğü yolun anlatısıyken bu anlatıyı tek şerit yolda şekillendiren, insanlık muhayyilesini tutsak eden düşünceler sistematiği ve kapitalist modernite bu dergide deşifre olacak.

Bize ulaşın
Bizi takip edin
@menkibe0