Logo Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş... Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş...

Kürt Sorunu Ve Düşük Yoğunluklu Savaş Stratejisi

“bir zamanlar egemen resmi ideolojinin şimdiye kadar 28 ayaklanmayı bastırdığını, 29’uncusunu ve daha sonrakileri de bastırabilecek güce ve azme sahip olduğunu bilmek gerekiyor” 1 

Giriş

Kürt sorunu, şimdiki zamanda hem Ortadoğu’nun hem de Türkiye’nin en önemli sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, psikolojik, ahlaki ve vicdani problemidir. Yüz yıllık bir geçmişe sahip olan Kürt sorunu, Türkiye'nin yapısal unsurlarının, küresel devrelerin ve konjonktürel akımların etki alanı içerisinde uluslararası bir hüviyet kazanarak çok aktörlü, çok faktörlü ve çok çetrefilli multipolar karakteristiği ile üçüncü bin yılda da -özellikle 1984'ten bu yana- Türkiye'nin politik veçhesinin bir numaralı sorunu olarak gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.

TC Devleti, kuruluşundan itibaren homojen ulus tahayyülüne dayanarak inşa edilmiştir. Türklüğü esas alan bu inşa sürecinde önce Müslüman olmayan kimlikler tasfiye edilmiş, Müslümanlık kompartımanında değerlendirilen Kürtlerin patlak veren isyan süreçleri, TC Devletinin 1924 Anayasası ile başlayan inkârına karşı toplumsal bir isyan silsilesine dönüşmüştür. Kırk yılını tamamalayan bu silsilenin 29. İsyanı halihazırda devam ediyor hala…

Teorik çerçevesini, uzun süreli halk savaşı anlayışına dayanan ulusal kurtuluş mücadelesi perspektifi oluşturan bu mücadele, savunma-denge-stratejik saldırı aşamalarını içeren bir gerilla savaşının parti-cephe-ordu örgütlülüğüne dayanarak verilmesini” 2 öngörmekteydi.

PKK’nin 15 Ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla, NATO’nun en büyük ikinci ordusuna karşı cami minarelerinden ilan ettiği savaş kırkıncı yılını geride bırakarak hem bölgesel ve hem de uluslararası bir hüvviyet kazanarak şimdiki zamana ulaştı.

PKK ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki düşük yoğunluklu savaş PKK’nin ateşkes ilanlarının akabinde olmak üzere çeşitli düzeylerde görüşmeler ve müzakerelerle defacto bir kabul gördü. Son kırk yıldır, Türkiye’nin idari ve askeri mimarisine doğrudan etkide bulunan Düşük Yoğunluklu Savaş Konsepti, egemenlerin nazarında hiçbir zaman resmi kabul görmedi. Çünkü, egemenin sarfınazarında bu bir savaş hali değil, sınır çatışmasına indirgenmiş, sürdürülebilir bir şiddet haliydi.  

Nitekim SIPRI'nin 2020 yıllığında, 2019'da Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da aktif silahlı çatışmalar yaşayan yedi ülke arasında anılan Türkiye, “düşük yoğunluklu, aşırı ve ulus altı silahlı çatışma” kategorisinde değerlendirilmiştir. 

1980’den 90’lara silahlı çatışmanın serencamı

12 Eylül darbesi, Kapitalizmin yaşadığı 1973 petrol şoku ve gitgide derinleşen sermaye birikim krizi ve hegemonya tartışmalarının hem bir sonucu hem de ona cevap olarak uluslararası bir planlamayla hayata geçirilmiştir. “Darbecilerin ve darbeye destek veren toplumsal bloğun 12 Eylül öncesi krizin sebebini işçi sınıfının, gençliğin, aydınların, solun toplumsal ve siyasal mücadelesinde görmesi sebebiyle temel dert bu siyasallaşmayı engellemek ve bir daha mümkün olmamasını sağlamaktı.”3

Aynı zamanda kuruluşunu 1978 yılında ilan eden PKK'nin lider ve öncü kadrolarının da bertaraf edilerek, PKK'nin ezilmesi ve Kürdistan devriminin de önünü alacak şekilde geniş bir spektrum içerisinde hareket eden darbeciler, Türkiye devrimci solunu tasfiye etmeyi başarsalar da aynı başarıyı Kürdistan devrimcileri için gösteremediler.   

12 Eylül cuntası, 24 Ocak kararlarında ifadesini bulan neoliberal politikalara dayalı yeni sermaye birikim rejimine geçişin ön koşulu, Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcilerin ezilmesi ve tasfiye edilmesini gerektiriyordu. Bu doğrultuda, sermaye birikim rejimi, sosyo-politik, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel güç ilişkilerini devletin ve sermayenin lehine yeniden düzenlendi. Devletin kurumsal mimarisi, bir kez daha yukarıdan aşağıya otoriter-militarist yapılanma çerçevesinde yeniden inşa edildi.

Askeri rejim bir yandan neoliberal ekonomi politikalarını devreye sokarken diğer yandan da kutsal bir devleti, toplum ve birey karşısında merkeze alarak yazılan 1982 Anayasası ve çıkardığı tüm temel yasalar ile böyle bir devlet formunu kurumsallaştırdı. Tüm temel, siyasal ve sendikal hak ve özgürlükler “devletin bekası”, “milli güvenlik”, “kamu düzeni” ve “genel ahlak” gibi muğlak kavramlarla sınırlandırıldı. Yürütme, yasama ve yargı karşısında güçlendirilirdi. Askeri bürokrasi, hükümet ve cumhurbaşkanıyla beraber yürütmenin üçüncü başı olarak tarif edildi”4

Darbeyi müteakip askerin muhalefetine rağmen iş başına gelen ANAP iktidarı, Türkiye tarihinin en liberal partisi olmasına rağmen, 12 Eylül’ün inşa ettiği şiddete ve tahakküme dayalı devlet formunu aynen korumakla kalmadı, Kürtlere karşı özel savaşın mimarisini de kendi döneminde oluşturdu. Kürt hareketinin askeri ve siyasi çeperini gittikçe kır- kent dengesinde genişlettiği bu dönem, devletin, MGK gibi kurumlaşmalar üzerinden kendini yeniden tahkim edeceği tarihsel bir aralıkta iki faktör, Türkiye’nin 2000’ler sonrası siyasi mimarinin en önemli politik aktörlerini de belirleyecek kırılgan bir güç momenti oluşturacaktı:  Birincisi Kürt sorunu. ikincisi de Siyasal İslamcılığın yükselişi olacaktı.

12 Eylül, Anayasası ve yasalarıyla, yargının yeniden biçimlendirildiği, rejimin ihtiyaçları doğrultusunda tahkim edildiği bir sürecin başlangıcıydı. Yargının işlevi esas olarak MGK’da ve askeri-sivil bürokratik elitler tarafından belirlenen politikalar doğrultusunda harekete geçmek ve karar vermekti. Bu evrede kimin düşman/terörist kategorisine alınarak istisnai hukuk kurallarına tabi tutulacağına doğrudan ordu karar vermekte, bu yetkiyi egemenliğinin bir gereği olarak işletmekteydiler. Ama zor oyunu bozacaktı.

PKK’nin 1980’lerin ortasında gerilla savaşını başlatması ile gelişen bu hâkimiyeti 1990’larda politik ve toplumsal düzlemde bir güç ifade eden neredeyse tek aktör halini alması ile sonuçlandı.”5

Kürt sorunu ve topyekün savaş stratejisi, devletin bütün kurum ve kuruluşlarınca üzerinde mutabık kaldığı ve Kürtlerle mücadelenin her türlüsünün mubah sayıldığı çok kritik bir eşik olan doksanlı yıllarla birlikte, literatüre ‘93 konsepti’ olarak kayda geçmiştir. 

93 konsepti ve topyekün savaş stratejisi

Türkiye’de, Kürt sorununun militarizasyonu ve iç savaş yapma hali, ordunun siyasal alan üzerindeki vesayetini güçlendirdi. “güvenlik” mefhumu içerisinde “devlet” yeniden ve yeniden üretildi. Özellikle, 1992-1993 yıllarında Kürt sorununun militarizasyonunda bir eşik aşıldı. “düşük yoğunluklu savaş stratejisi” çerçevesinde, bölgede 1987’den beri devam eden OHAL yönetiminin yanı sıra, formel-enformel ve legal-illegal bağlantılarıyla paramiliter bir savaş makinesi inşa edildi. 

Türk devletinin 1992 yılının Ocak ayında İstanbul’da İçişleri Bakanı ve Jandarma Genel Komutanı tarafından basına bir brifing vererek duyurduğu “Terörle Mücadele Konsepti” de, “PKK’nin ayaklanma ve başkaldırı safhasında” olduğu tespitine dayanıyordu. Bu tespitten hareketle önerilen mücadele ise “topyekûn savaş” stratejisiydi. Saldırı atağı, 1993 ve 94 yıllarında temel gerilla üslenme alanları ve gerilla güçlerine yönelerek şiddetle sürdü. 6

Özellikle 1993-96 yılları arasında görev yapan vatan için kurşun atanı da, yiyeni de kahraman ilan eden Tansu Çiller, Mehmet Ağar ve Doğan Güreş ekibinin uygulamaları arasında yer alan kaçırılma ve alıkonma yolu ile infaz serisi, yerini 7 Haziran 2015 sonrası ABD etiketli “şok ve dehşet” doktrinine bırakmıştır. Ancak 93 Konsepti olarak yürürlüğe konan ve askerin olağanüstü yetkilerle donatıldığı dönemin öncesini ve sonrasını kısaca hatırlatmakta fayda var.

Sıkıyönetim ve Olağanüstü Hâl Bölge Valiliği

Kürdistan'da 1978'de başlayan sıkıyönetim uygulaması, 1980'li yıllarda da devam eden sıkıyönetim kanunu çerçevesinde yönetilmeye devam etti. 10 Temmuz 1987'de kanun hükmündeki kararname ile Olağanüstü Hâl Bölge Valiliği kuruldu. Bölge artık Olağanüstü Hâl Bölge Valiliği ile yönetilmeye başladı. Olağanüstü halin kaldırıldığı 30 Kasım 2002 günü Diyarbakır ve Şırnak Olağanüstü hal kapsamında; Batman, Bingöl, Bitlis, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Tunceli ve Van ise mücavir il kapsamındaydı. Olağanüstü hal 1987'de başlamasına karşın 1978'den beri bölgede hüküm süren sıkıyönetimin uygulamasını da hesaba katarak yaklaşık 23 yıl sürecek normalin hep dışında kalan bir yönetim biçiminin sultası altında kalmıştır. Öcalan, kurulan bölge valiliğine cevaben “ OHAL, Kürdistan'ın kabulüdür” tespitinde bulunmuştu.

Olağanüstü bir kapsam ve yetki genişliğiyle donatılan “Olağanüstü Hâl Bölge Valiliği” mekânsal temelde Bölge’de bir “istisna hali”nin hâkim olması demekti. Mekânsal temeldeki istisna hali “öldürme bölgesi” anlamına gelmektedir. Bu bölgede yaşayan insanlar her türlü insan hakkından mahrumdur. OHAL, dışlayıcı bir devlet mekanizmasının bütün kurum ve kuruluşlarıyla oluşturulduğu, öldürme yetkisi de dâhil olmak üzere bütün yetkilerin “özel savaş” konseptine dayalı olarak gerçekleştirildiği, hukukun kendini askıya aldığı bir düzeni ifade eder. Burada esas yetki “Özel Harp Dairesi” ve uhdesindeki paramiliter güçlerdir. Perdenin arkasındaki asıl gücün siyasal ayağı ve vitrini hükümet ve yetkili devlet organlarıdır.

“Düşük Yoğunluklu Savaş”ın kontrol edilebilir ve kabul edilebilir bir seviyede tutularak ortaya çıkan siyasal belirsizlik ve yönetememe krizi dengelenerek, siyasal erkenin devamını sağlamaya dönük bir düzeni de ifade eder. Agamben bu durumu şöyle izah eder. “Modern totalitarizm, istisna hali aracılığıyla, yalnızca siyasi hasımlarını değil, şu ya da bu nedenden ötürü siyasi sistemle bütünleştirilemeyecekleri belli olan yurttaş kesimlerinin bedenen ortadan kaldırılmasına izin veren yasal bir iç savaş olarak da tanımlanabilir.”7

Agamben'in “iç savaş” olarak tanımladığı şey asıl olarak daha önceki askeri usul ve esasları, ki özellikle Latin Amerika, Cezayir ve Çin Hindi'nde denenmiş kontrgerilla el kitabının -silahlı ve silahsız her türlü özel harp yönteminin -Kürdistan sathında belli bir merkezden yönetilerek, yönlendirilerek tatbik edildiği bir süreci de ifade etmesi açısından oldukça önemlidir.

Köylerin yakılması ve boşaltılması, koruculuk sisteminin yaygınlaştırılması ve devlet tarafından dost-düşman belirleme stratejisi olarak kullanılması, JİTEM gibi yapıların kurulması, faili meçhul cinayetler, ağır insan hakları ihlalleri özellikle ülkenin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı hayatın olağan bir parçası haline geldi.

Kürt sorunu, bir güvenlik ve terör sorunu olarak inşa edildi, Bu güvenlik siyasetinin temel belirleyicisi ordu iken, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi gibi yüksek yargı organları, yeniden yapılandırılmaya başlanan dönemin polis teşkilatı da devletin diğer kritik aygıtlarıydı.” 8

Devletçi savaş-siyaset olgusu tam da buraya oturtulmaya çalışıldı. Bu savaş süreklidir. Toplumun üstünde yasalar, kurumlar, ekonomik eşitsizlikler ve hatta siyasal dil içinde, savaş yeniden kodlandı. Toplumu sürekli gözetleyen, kontrol eden ve baskılayan kumanda karargahı Güçlü Devlet, Güçlü Ordu, Güçlü Millet’ mottosuyla perdelenerek mutlak iktidar odaklı ve devlet merkezli siyaset, kurumsal hale getirilerek topluma karşı farklı araçlarla savaşma biçimleri her gün yeniden ve yeniden üretildi.

Topluma karşı açılan bu savaşta temel yaklaşım, savaş aracılığıyla ilerleme ve gelişmenin sağlanabileceği bir spektrum içerisinde hareket ederek, edilgen bir kitle normu yaratmaktı.

Ol hasable 93 Konsepti devlet ricalinin uluslarası desteği arkasına alarak “1991 yılından itibaren, 1977-1990 arasındaki yıllara damgasını vuran ‘yıkıcı ve bölücü iç mihraklara karşı’ savaşta kullanılan politik, askersel, psikolojik tedbirlerde bir yenileşmenin stratejik ve taktik hamlesidir. Taktiksel operasyonların sivil toplum kuruluşlarına, yasal derneklere ve sendikalara uygulanması genel stratejinin en önemli parçasını oluşturmaktadır. İşçi sendikaları ve radikal sol örgütler üzerinde de denenen ve oldukça başarılı olan politik kontrol operasyonları ve tekniklerindeki yenileşme ağırlıklı olarak Kürt coğrafyasında uygulanmıştır.”9

Bu düzen, dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in “İngiltere bize yeşil ışık yaktı” diyerek startını verdiği bir düzendir. Bu düzenin sivil ayağında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller, iç güvenlik ayağında ise Mehmet Ağar ve Susurluk ekibi vardır. 

1993 yılında, MGK, almış olduğu kararla "PKK'ye karşı topyekûn ve kesintisiz savaş" kararı aldı. PKK ile yapılan savaş, kesintisiz sürecek, örgütün maddi gelir kapısının kapatılması için devletin tüm imkânları seferber edilecekti. Bu seferberlik ruhu, “1991-1997 dönemini kapsayan ve Diyarbakır’da İHD/HEP yöneticisi Vedat Aydın’ın öldürülmesi ile başlayan ve sayısı bugüne kadar kesinleştirilemeyen kaçırılma ve alıkoyma yolu ile infaz serisi başlamıştır.”10

Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Yalçın Doğan’a verdiği ve 26 Eylül 1992 yılında Milliyet’te manşetten yayımlanan röportajda; “Güneydoğudaki terörün durdurulması için tüm vatandaşları yardıma çağırıyorum, bu topyekûn bir mücadeledir” diyerek ilk kez konseptin sivil çerçevesini de çizmiş oluyordu.

1990’larda Kürtdistan’da aktif bir gayri nizami savaş yürütüldü. Kürdistan sahasında faaliyet gösteren kontrgerillanın bileşiminde Abdullah Çatlı gibi unsurlarla birlikte Ordu ve Jandarma (JİTEM) subayları (Veli Küçük, Korkut Eken, Cem Ersever, Mahmut Yıldırım), emniyet mensupları (İbrahim Şahin, Mehmet Ağar), Hizbullah adlı örgütlenmeler, emniyetten ve jandarmadan tetikçiler (Ayhan Çarkın vb.), MİT mensupları (Mehmet Eymür, Tarık Ümit vb.) yer aldı. Ve bu yapı doğrudan dönemin Başbakan’ı Tansu Çiller’e bağlı bir şekilde çalıştı.

Öcalan, mevcut durumu söyle çözümlemekteydi: “eksik olan şey, tüm bu olayların zincirleme bağlantılar içinde olduğunu anlamaktır. NATO’ya girişinden 1998’e kadar Türkiye’nin yaşadığı tüm önemli siyasi ve sosyal olayların temelindeki kalın NATO-Gladiocu çizgiyi görmeden, hiçbir önemli olayı, çatışmayı ve suikastı doğru olarak çözemeyiz. Özde halkların özgürlük, eşitlik ve demokrasi isteklerine karşı bir NATO’cu savaş açılmış ve bu savaşın son halkasına 1998’deki Suriye’den çıkışım eklenmiştir.”11

Kürt özgürlük hareketinin konumu ve stratejisi, Ortadoğu’daki güncel dengeleri ve emperyal hegemonyayı fazlasıyla tehdit eder hale gelmişti. Emperyalist devletlerin kendilerine tehdit olarak gördükleri halk hareketlerine, devrimci mücadelelere temel yaklaşımı dünyanın her yerinde aynıydı: Ya hegemonyanın yörüngesine girmek ya da tasfiye edilmek. Kürt siyasal hareketi bu yörüngeye girmeyi reddettiği için tasfiye edilme kararı alındı. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşuna baktığımızda anti-Kürt ittifakı temelinde gelişen komploları rahatça görebileceğimizi ifade eden Öcalan “Hamidiye Alayları komplosu, 1914 Bitlis’teki Melle Selim, 1925 Şeyh Sait, 1930 Ağrı ve 1937 Dersim komploları, 1959’da 49’lar ve 1960’ta 400’ler Davaları, Faik Bucak’ın öldürülmesi ve Sait Kırmızıtoprak’ın KDP tarafından katledilmesi, yine PKK’nin ideolojik aşamasından günümüze kadar aynı zihniyet tarafından organize edilen yüzlerce komplo bir çırpıda sıralanabilir.” diyerek konsepte tarihsel bir derinlik kazandırmıştır. Hakeza uluslararası anlamda da 1926’da Musul-Kerkük konusunda anlaşma, 1952’de NATO’ya giriş, 1958 ve 1996’da İsrail’le yapılan anlaşmalar Kürtleri tasfiye etmeye dönük antlaşmalar olarak değerlendirmiştir.”12

Olağanüstü Hal Uygulaması kapsamında köylerin boşaltılması ve tahribi, mülklerin ve çevrenin yakılması, insanların ve malların hareketine sınırlama getirilmesi, faili meçhul cinayetler, asit fkuyuları, gözaltındaki tecavüz ve işkenceler, yargısız infazlar ve bitip tükenmeyen psikolojik baskının orada yaşayan bütün insanların hayatın her alanına nüfuz ettiği “zincirleme travmalar” dönemi olarak da tanımlanabilir. Özellikle 1992-1995 yılları arasında görev yapan Ünal Erkan ve ekibinin uygulamaları “OHAL” uygulamasının en karanlık dönemi olarak kayıtlara geçmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin modern tarihinde 90’lı yıllar, muktedirlerin Türkiye ve Kürdistan'ı 1930'lardan sonra ikinci kez, bir uçtan öbürüne, el ele, zulüm ve katliamlarla kat ettikleri dehşetin yıllarıdır. 

1993-97 arası, Diyarbakır Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı bölgesi ve İstanbul'un hemen dibindeki Kocaeli Jandarma Komutanlığı, Kürtler üzerindeki acımasız kıyım stratejisinin iki ucundaki iki eylem üssüydü.  Birincisi, PKK'nin silahlı mücadelesine destek vermesin diye Kürt köylülerini, ikincisi PKK'ye kaynak sunmasın diye Kürt iş insanlarını hedef aldı. Diyarbakır'dakinin komutan yardımcısı Tümgeneral İlker Başbuğ, Kocaeli'ndekinin komutanı Albay Veli Küçük'tü.13

Devlet içinde de savaşın sona erdirilmesi ve Kürt sorununa barış içinde sivil siyaset yoluyla çözüm aranması eğilimi içinde olanlar tasfiye edildiği zaman aralığı ne tesadüftür ki aynı zamana denk düşer. Savaşın ivmelendiği ve denge aşaması tartışmaların olduğu 91-93 arası çatışmaların en yoğun olduğu yıllar olarak kayıtlara geçti. Özellikle devlet cephesinde ikilik oluştuğu,“ver kurtul” ve “vur kurtul” tartışmalarının bu dönemde kamuoyunun gündemine düştüğünü not etmek gerekiyor.

17 Şubat 1993 günü bindiği askeri uçağın düşmesi sonucu yaşamını yitiren Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ile 17 Nisan 1993 günü yaşamını yitiren Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın da böyle bir tasfiyeye tabi tutulduklarına dair iddiaların aksi halen kanıtlanmadı. 

3 Kasım 1996'da Susurluk’ta gerçekleşen trafik kazası istihbaratçı, siyasetçi ve ülkücü tetikçi işbirliğini açığa çıkardı. Bu olaydan sonra sosyal tepkiler yükseldi, kitlesel eylemlilikler yaygınlaştı.

“Sürekli Barış İçin Bir Dakika Karanlık” eylemlerinin yaşandığı dönemde Barış talebi 1 milyon imza ile TBMM’ne iletildi. Ancak tüm bu tepkiler TSK tarafından Necmettin Erbakan’ın başbakanlığındaki Refah Partisi - Doğru Yol Partisi koalisyon hükümetine yönlendirildi. 28 Şubat 1997'de MGK, irticayı milli güvenliğe yönelik bir tehdit olarak niteledi ve gereği için bürokrasiyi görevlendirdi. Böylece Kürt sorununun barışçıl çözümü için oluşan tepkiler boşa çıkarıldı.14

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), TSK’nin kara operasyonları ve köylerin havadan bombalanması sırasında öldürülenlerin yakınlarının başvurularında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) aykırılıklara hükmetti, Türkiye’yi mahkûm etti.

Savaş ortamında yolsuzluklar yaygınlaştı, gelir dağılımında eşitsizlik büyüdü. Ormanlar yakıldı, yayla mezra yasakları getirildi, eşya ve mal sirkülasyonu kısıtlandı, tarım hayvancılık ve günlük yaşam büyük zarar gördü. Kürt illeri ekonomik bir ambargoya tabi tutuldu. Sağlık, eğitim, beslenme ve barınma sorunları ağırlaştı.

Sivil halk, silahlı çatışma ortamında, insan hakları evrensel kurallarına ve savaş hukukuna aykırı eylemlere hedef oldu. Büyük mağduriyetler ve acılar yaşadı. Cezasızlık kural haline geldi. Sıkıyönetim Mahkemeleri ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri savaş hali hukukunu uyguladı, özellikle Terörle Mücadele Yasası (TMY) pek çok haksız cezalandırmalara dayanak oldu.

1990’lı yıllarda parlamenter siyaset temsiliyet krizi ve zayıf koalisyon hükümetleriyle geçti. 1989 sonrası finansal liberalizasyon ile daha da kırılgan hale gelen Türkiye ekonomisinin peşpeşe 1994, 1999, 2000 ve nihayetinde 2001’de yaşadığı krizlerin bedeli işçiler, köylüler, kent ve kır yoksulları, alt orta sınıflar, sabit gelirliler, küçük işletmeler, esnaf ve zanaatkârlar gibi geniş toplum kesimlerince ödendi.”15

Bugünkü siyasi ve ekonomik krizin bedelini yine aynı kesimler ödemeye devam ediyor.

Üçüncü bin yıl ve Milenyum

Birinci Cumhuriyetin tasfiye ettiği temel siyasi güçler olan siyasal İslamcılar, Kürtler ve Komünistlerin parlamento sathına taşınan ilişkisi, 2013-2015 arası “isyandan müzakereye” diskuruyla kendine yeni bir yol aradı:

7 Haziran 2015'e ve sonrasına dair gelişmelerin fay hatları bu dönemde döşendi. “çöktürme planları” bu dönemde hazırlandı. Tasfiye kararları bu dönemde MGK'da karar altına alındı. Devlet ve Ulus'un 'istiklal ve istikbali” kesif milliyetçi bir hamaset ve 'tekçilik' retoriğiyle kitlelere sunuldu. Fay hatlarının gerilimlerinden boşanması yıkıcı sarsıntılara neden oldu. Vesayet ve cumhuriyet adına birbirleriyle çatışan güçler aynı potada buluşarak, devletin bekasının altında birleşip, Kürt siyasi hareketine ve bağlaşık güçlere karşı “şok ve dehşet” operasyonları düzenleyerek aslına rücu etti: “Resmî dilde Cumhuriyetle kastedilen, büyük çoğunlukla, devletten başka bir şey değildi.” Yeni devletin cumhuriyetçiliği, milliyetçiliği etnik ve dini nitelikli kimlik unsurlarıyla tedavüle sokan, bu bağlamıyla çatışma imkânını ekonomiye tevil eden bir yöntem olarak kullanıldı.

Reel üretimdeki tıkanmaların çatışma dinamikleriyle aşılması, devleti daha da güçlendirme ve devlet-kültür merkezli bir ulusalcılığın köpürtülmesi dönemin alametifarikası oldu.

Bozkurtların ve Rabiacılığın diğer bileşenleriyle birlikte oluşturduğu iktidar blokunun Kürtlerin hak ve statü talebine karşı tarihsel bloku da örgütleyen ana fikir, birbirine düşman ulus ve grupları bir çıkar parantezinin içine alarak bütün sorunların içine temayüz etti.

7 Haziran-1 Kasım aralığında milliyetçi cepheyi tahkim edebilmek için dördüncü nesil savaş doktrinlerinden olan  “şok ve dehşet” doktrini, “çöktürme planı” çerçevesinde siyasi dile tercüme edildi. 

7 Haziran 2015 tarihinden itibaren “şok ve dehşet” (shock and awe) ya da “ani hâkimiyet” (rapid dominance) doktrini çerçevesinde devletin bütün baskı, zor ve ideolojik aygıtları harekete geçirildi. Kürt Özgürlük Hareketinin kazanılmış bütün mevzileri ateş altına alındı.

Buna göre “gücün ezici bir kullanımıyla "siyasal düşman(lar)ın" "muharebe sahasına" dair algısını tahrip etmek ve daha da önemlisi mücadele etme azmini kırmak, gelişmeler üzerinde kontrolünü kaybettirmek, bütünlüklü bir stratejik yanıt üretmesini imkânsızlaştırmak hedefleniyor.”du16. Kobani soruşturması, kapatma davası, kayyım atamaları, siyasi soykırım operayonları ve bilcümle devlet operasyonları bu doktrin çerçevesinde uygulanan planın bir parçası olarak yürürlüğe sokuldu. Temel amaç kesin tasfiyenin sağlanarak Kürtleri yeniden teslim olmaya zorlamaktı.

ABD'nin Irak savaşındaki askeri doktrini olan “Şok ve Dehşet” doktrini, en az maddi ve insan kaynağı hasarıyla hızlı hâkimiyet sağlamayı hedefliyordu. 

Tarih ve Siyaset Bilimci, Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamit Bozarslan, 2020 yılının Ekim ayında Evrensel Gazetesi’ne verdiği mülakatta, Türkiye’de rejimin güçlendiğini ya da güçlendirildiğini söylemişti. Mevcut yaşanan sancıların rejimin tahkim edilmesi meselesi ile ilgisini ortaya koyduktan sonra “bu rejim sadece 2010’ların rejimi değil, sadece 2001’lerin rejimi değil, 1990’ların, hatta 60’ların, 70’lerin rejimi. Sanıyorum Türkiye’de bir bellek kaybı yaşanmakta. Fakat Susurluk meselesini kesinlikle unutmamak gerekiyor. 1990’larda oluşan üniformalı çeteler meselesini, JİTEM meselesini unutmamak gerekiyor. 90’larda Türkiye’de ciddi bir paramiliterizasyon olgusu var. Bu paramiliterizasyon aynı zamanda güvenlik, aşiret, yeni güvenlik birimlerinin oluşması, ülkücü mafya olgularının da bir arada gelişmesini sağlıyor. Kürtlüğü sadece güvenlik boyutuna indirgeyen, Türk milletini tehdit eden dinamik bir sorun olarak gören bir algı sistemi Misak-ı Milliden yola çıkarak hatta onun da ötesinde Kürdistan’ın tümünü yeniden fethetmeyi amaçlayan bir düşünce sistemi.”17olarak çözümleniyordu.

93 konseptinin metaforu "Beyaz Toroslar,Yeşiller, Çillergiller"den, şok ve dehşet doktrinin metaforu olan “Ranger”lara gelişin öyküsü, yüzyıllık ceberrut şiddetin araçlarla anılaştırılan halini fazlasıyla aşan 'topyekün savaş' düşüncesini simgelemesi açısından oldukça önemlidir

“Türkiye’de kurulmuş paramiliter savaş yapıları, devletin bekası, ya da ulusal güvenliğe yönelik tehditlere karşı kullanılan, reddedilebilir olan, devletin düzensiz savaş kapasitesinin zayıflığı gösteren bir niteliğe haizdir.”

Hülasa ;

“Düşük yoğunluklu savaş stretejisi, doğrudan bir askeri fetih yerine, hedef ülke veya bölgenin politik ve sosyal yapısını istikrara kavuşturarak veya kontrol altına alarak, uzun vadede etki yaratmayı hedefler. Bu strateji, savaşın açıkça ilan edilmediği, ancak sürekli bir çatışma durumu olduğu için "ilan edilmemiş savaş" olarak da adlandırılabilir.”

Özel Harp Dairesi ve ona bağlı Psikolojik Harp Dairesinin “devlet-asker-millet” mutabakatı çerçevesinde topluma mal edilmek istenen savaş gerçeğinin ekonomi-politiği, yıkıcı zincirleme etkileriyle artık çok daha derinden hissedilmeye başlandı. Kırk yıldır iktisadi alt yapıyı tahrip eden, kayıt dışı ekonomiyi besleyen, gerek doğrudan gerek dolaylı olarak harcandığı yetkili kişilerce söylenen ve üç trilyon dolar ile ifade edilen bol sıfırlı meblağ, ülkenin maddî kaynaklarını felç etmiş ve ekonomisinin birçok  kez krize girmesine neden olmuştur. Kürt sorunu demokratik ve barışçı yollarla çözülmediği müddetçe de, Türkiye toplumunun bu sorunun yüksek iktisadî maliyetlerine katlanmak zorunda kalacağı aşikârdır.

Süleyman Demirel’in yazının girişinde andığımız tespitinin üzerinden on yıllar geçmiş olmasına rağmen, bu ayaklanma bastırılamadığı gibi, “Bugün transnasyonal bir toplumsal hareket olarak PKK’nin, ulusal kurtuluş ve ayaklanma (şiddet) perspektiflerini de yeniden tanımladığı ve bu temelde güçlü bir Kürt kamusallığı içinde Kürt kimliğine ilişkin talepleri siyasi olarak canlı tutmayı başarabildiği açıktır.”18


Kaynaklar

1.Süleyman Demirel

2.Akkaya, Ahmet Hamdi. Ulusal Kurtuluş, Ayaklanma ve Sınırların Ötesi: 1970’lerden 1990’lara Kürt Hareketi’nin Değişim Dinamikleri. PDF.

4.a.g.m

5.Ulusal Kurtuluş, Ayaklanma ve Sınırların Ötesi:1970’lerden 1990’lara Kürt Hareketi’nin Değişim Dinamikleri, Ahmet Hamdi Akkaya, Makale, PDF baskı

6.A.g.m

7. İstisna Hali, Giorgio Agamben, Çev. K. Atakay, İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2006, 119 sayfa.

8. A.g.e

9. Türkiye’de Siyaset ve Devlet İçinde Ordu: Cumhuriyet'in Uzun 100 Yılının Kısa Bir Muhasebesi, İsmet Akça, Makale, Mülkiye Dergisi

10. Politik kontrol operasyonları ve tekniklerindeki yenileşme/MuratAkıncılar/Tebliğ/2007/Karaburun

11. https://serxwebun.org/buyuk-gladio-komplosu/

12. A.g.m

15. Türkiye’de Siyaset ve Devlet İçinde Ordu: Cumhuriyet'in Uzun 100 Yılının Kısa Bir Muhasebesi, İsmet Akça, Makale, Mülkiye Dergisi

16. Şok Doktrini - Felaket Kapitalizmin Yükselişi, Yazar: Naomi Klein, Sayfa Sayısı: 640, 2010, Agora Kitaplığı

18. Ulusal Kurtuluş, Ayaklanma ve Sınırların Ötesi:1970’lerden 1990’lara Kürt Hareketi’nin Değişim Dinamikleri, Ahmet Hamdi Akkaya, Makale, PDF baskı

Works Cited

1.Süleyman Demirel'in ‘29. isyan’ olarak nitelediği PKK için söylediği bir söz.

2.Akkaya, Ahmet Hamdi. Ulusal Kurtuluş, Ayaklanma ve Sınırların Ötesi: 1970’lerden 1990’lara Kürt Hareketi’nin Değişim Dinamikleri. PDF.

3.“100 Yıllık Süreçte Türkiye'de Ordu ve Siyaset.” Gazete Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/100-yillik-surecte-turkiyede-ordu-ve-siyaset-haber-1637104.

4.Agamben, Giorgio. İstisna Hali. İstanbul, Otonom Yayıncılık, 2006.

5.Akça, İsmet. “Türkiye’de Siyaset ve Devlet İçinde Ordu: Cumhuriyet'in Uzun 100 Yılının Kısa Bir Muhasebesi.” Mülkiye Dergisi.

6.Akıncılar, Murat. “Politik Kontrol Operasyonları ve Tekniklerindeki Yenileşme.” Karaburun Bilim Kongresi Tebliği, 2007.

7.“Büyük Gladio Komplosu.” Serxwebun, https://serxwebun.org/buyuk-gladio-komplosu/.

8.“Velev ki 90’lara Döndünüz.” Ertuğrul Kürkçü, https://ertugrulkurkcu.org/yazilariyla-ertugrul-kurkcu/velev-ki-90lara-dondunuz/.

9. “Kürt Sorunu’nda Son 25 Yıl.” Bianet, https://bianet.org/yazi/kurt-sorunu-nda-son-25-yil-160718.

10.Klein, Naomi. Şok Doktrini: Felaket Kapitalizmin Yükselişi. İstanbul, Agora Kitaplığı, 2010.

11.“Prof. Dr. Hamit Bozarslan: Gündem Değiştirilmiyor, Rejim Tahkim Ediliyor.” Evrensel, https://www.evrensel.net/haber/415555/prof-dr-hamit-bozarslan-gundem-degistirilmiyor-rejim-tahkim-ediliyor.

 

Hakkımızda

İnsanlık tarihi, insanlığın yürüdüğü yolun anlatısıyken bu anlatıyı tek şerit yolda şekillendiren, insanlık muhayyilesini tutsak eden düşünceler sistematiği ve kapitalist modernite bu dergide deşifre olacak.

Bize ulaşın
Bizi takip edin
@menkibe0