Bugünlerde Türkiye halkları devletin ortağı olan aktörlerin örtülü ve açık çıkışları ile olası bir "Barış Süreci" ihtimalini tekrar tartışmaya başladı. Çokça ihtimalin dillendirildiği ama somut adımların atılmadığı gündemde en önemli gelişme ise şüphesiz İmralı'dan kamuoyuna iletilen mesaj oldu. Siz Kürt Siyasi Hareketi'nin kamuoyunda da oldukça bilinen bir figürü olarak bu yeni diyalog zeminini nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’de son süreçte yaşanan gelişmeler ve iktidar cephesinin aldığı pozisyon Kürt karşıtı politikaların iflas ettiğini göstermektedir. 2015’ten bugüne Kürt siyasi hareketine yönelik sistematik olarak devlet şiddeti ve zorunu devreye koyan Cumhur İttifakı’nın gelinen aşamada bu politikalardan sonuç almadığını, Kürt halkının, Kürt siyasi hareketinin direnişi karşısında yeni bir politik hat belirlemek zorunda olduğunu göstermektedir. Ancak söylemler dışında pratikte nasıl bir yolun izleneceği veya hangi adımların atılacağı net değildir. Cumhur İttifakı’nın büyük ortağı AKP henüz bu konuda bir söz söylememiştir.(Bu röportaj yapıldığı sırada) Ancak Kürt halkının mücadelesi, direnişi, Orta Doğu‘da yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin içerisine girdiği siyasi ve ekonomik kriz sorunun çözümünü zorunlu kılmaktadır.
Sayın Abdullah Öcalan’ın DEM milletvekili Sayın Ömer Öcalan’la yaptığı görüşmede kamuoyuna ilettiği “ tecrit devam ediyor, koşullar oluşursa bu süreci şiddet ve çatışma zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” değerlendirmesi esasta devletin henüz somut bir adım atmadığını göstermektedir. Sayın Öcalan 2013-2015 yılları arasında yürütülen diyalog ve müzakere sürecinde de sorunun siyaseten çözülmesi gerekliliği, parlamentonun sorumluluk üstlenmesi ve sürecin hukuki güvence altına alınması konusunda değerlendirmeleri vardı. Bu konuda yaklaşımının sürdüğü ve devletin ciddi yaklaşması durumunda onurlu bir barışın yaratılması için şartların oluşturması gerektiğinin altını çizmiştir. Bundan sonra yapılması gereken, başta Kürtler olmak üzere Türkiye’de demokrasi ve barış isteyenlerin sorumluluk üstlenmesi ve ortaya çıkan barış ihtimalinin gerçeğe dönüşmesi konusunda yoğun bir emek ve çaba içerisine girmektir. Gençliğin bu sürecin ilerlemesi, barış taleplerinin toplumsallaşması konusunda ve olası bir müzakere sürecinde daha aktif görev almak için kendisini örgütlemesi gerektiğini düşünüyorum.
2012-15 sekansındaki "Çözüm Süreci" girişiminde yaşanan en büyük eksikliğin halklar arasında barış köprüleri kuracak ve toplumda barış zeminini inşa edecek çalışmanın eksik yapılması olduğu birçok kesim tarafından dile getirildi. Siz bu konudaki eksikliği nasıl yorumluyorsunuz? Şu an onurlu bir çözüme giden yolun politik propagandası somut olarak nasıl bir programla yapılabilir?
2013-2015 yılları arasında yürütülen diyalog ve müzakere sürecinde Türkiye halklarının %70 %80 desteği vardı. O dönem yapılan kamuoyu araştırmalarında bu duruma çıkıyordu. Hatırlarsanız akil insanlar komisyonunun bölgelerde yaptığı toplantılarda da geniş bir kesimin desteği vardı. O dönem ana muhalefet partisi CHP’nin bugün iktidar ortağı olan MHP’nin sürece karşı olmasına rağmen toplumda ciddi bir destek vardı. Ancak iktidar bu süreci kalıcı barış sağlama ve toplumunun beklentisini karşılamak yerine Kürt siyasi hareketini tasfiye etmeyi amaçladığı için başarısızlığa uğradı. O dönem iktidar bir yandan Kürt halkınındı. Sayın Abdullah Öcalan’la Kürt siyasi hareketinin çeşitli bileşenleri ile diyalog süreci yürütürken bir yandan da 2014 MGK toplantısında gizli olarak hazırlanıp sunulan “Çöktürme Planı” çerçevesine Kürt siyasi hareketini tasfiye etmeyi amaçlayan bir strateji benimsediği ortaya çıkmıştır. Dolmabahçe mutabakatıyla yeni bir evreyi yani müzakerelere geçirileceği sırada AKP’nin, devletin masayı devirmesi süreci başarısızlığa uğramasına ve ve sonrası yaşanan çatışmalı bir döneme evrilmesine yol açmıştır.
Yaşanan bu deneyim bizi barış mücadelesinin, barış çabasının iktidarın insafına bırakılmayacak kadar önemli olduğunu göstermektedir. O nedenle halkların, kadınların, gençlerin olası bir barış sürecinde aktif rol alması ve Barış‘ı toplumsallaştırması sürecin sağlıklı ilerlemesi açısından oldukça önemlidir. Eğer güçlü barışın inisiyatifleri oluşur sivil toplum örgütleri, gençlik hareketleri, kadın hareketleri, ekoloji hareketleri ve demokrasi özgürlük güçleri bu süreçte Barış‘ı örgütleyebilir ve süreci denetleme sorumluluğun yerine getirirse bu iktidarın keyfi yaklaşımlarını engeller diye düşünüyorum.
Türkiye’de çok uzun süredir cinsiyetçi, milliyetçi, dinci ve militarist politikalar nedeniyle toplumda kutuplaşma çok derinleşmiş, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi gelişmiş sorunların diyalog ve müzakere ile çözülmesi yerine baskı, zor, zülüm araçları ve şiddet yaşamın her alanına yayılmış durumdadır. Kadın katliamları, hayvan katliamları, doğa katliamları çocuklara ve kadınlara yönelik cinsel istismar, özel savaş politikaları nedeniyle özellikle Kürdistan’da gençliğin yaşadığı toplumsal sorunlar olası bir barış sürecinin gündemlerinden olacaktır. Demokrasi ve özgürlüklerin güvenceye alınması, düşünce ifade özgürlüğü, eylem örgütlenme, siyaset yapma özgürlüğü güvence alınması sürecin sağlıklı ilerlemesi ve toplumsallaşması açısından oldukça önemlidir. O nedenle öncelikle Türkiye’de konuşulur hale getirmek ve Barış talebini yükseltmek için gençlik başta olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin sorumluluk düzenlemesi gerekir diye düşünüyorum.
Türkiye Devrimci Hareketi'nin bazı kurum ve yapıları bugüne kadar Kürt sorununu "kaçak dövüşme" olarak tabir edilebilecek bir yöntem ile sorunu kendi pratik programlarında yer almayan uzak bir geleceğe havale ederek Kürt Özgürlük Hareketi eksenli yürütülen mücadeleyi görmezden geldi. Bu kurumlara nasıl bir yoldaşlık çağrısı yapmak istersiniz? UKKTH çerçevesinde ve konuya dair mücadele eden bir öznenin olduğu bilinci ile en anlamlı katkıyı nasıl sunabilirler?
Türkiye Sosyalist Hareketi teoride Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkını tanımakta ve bunu desteklediğini ifade etmektedir. Hakların demokratik kongresi bileşenleri açısından Kürt siyasi hareket ile birlikte Kürt halkının eşitlik ve özgürlük talebini karşılayacak demokratik bir Cumhuriyet’in inşası konusunda stratejik bir ortaklık olduğu biliniyor. Bu ortak mücadele zemini Türkiye’nin en geniş birleşik sosyalist mücadelesi olması açısından da önemli bir yerde duruyor. Ancak Türkiye’de kendisini sol sosyalist olarak tanımlayan, sosyal demokrat olarak tanımlayan kesimlerin Kürt sorununa yaklaşımı sorunlu bir yerde durmaktadır. Söylemde Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını ifade etseler de pratikte bu politikayı hayata geçirecek herhangi bir somut politika ortaya koymamaktadırlar. Kürt siyasi hareketini milliyetçi bir hareket olarak tanımlamak, onun sosyal karakterini görmemek en temel yanılgılarıdır. Yine bu çevreler Kürt halkına, Kürt siyasi hareketine yaklaşımları da sorunludur. Türk ulus devleti zihniyet yapısını aşamayan bu yapılar Kemalizm’in etkisiyle katı ulus devleti aşamamakta Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talepleri ulus devlet yaklaşımıyla değerlendirmektedir. Bu da doğal olarak sol çevreleri ve sosyal demokratları bugüne kadar sorunun çözümünü geliştirmeden ziyade olası çözüm olanaklarının karşısında konumlanmasına yol açmıştır.
Güncelde yaşanan gelişmeler ışığında bu çevrelerin soruna yaklaşımına baktığımızda da Kürt sorunun eşitlikçi, özgürlükçü ve barışçıl çözümü konusunda herhangi bir stratejileriyle veya politika programa sahip olmadıkları görülecektir.
Cumhur İttifakı’nın Devlet Bahçeli şahsında gündeme getirdiği “iç barışın sağlanması” Konusunda; CHP Genel başkanı Özgür Özel’in Kürtlerin eşit yurttaş olmaları gerektiğini “ Kürtlere bir devlet vaat ediyorum” diyerek sorunun çözümü konusunda engel olmayacaklarını ifade etmeleri önemli bir adımdır. Ancak CHP’nin bunu bir parti politikası haline getirip getirmediği, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerinin nasıl karşılayacağı konusunda somut bir politikası henüz açığa çıkmış değildir. Daha çok seçim endeksli, Kürtlerin desteğini kaybetmemek ve iktidara gelmeyi hedefleyen politik söylemler olarak yansımaktadır. Oysa Kürt sorunu seçime kurban edilmeyecek, Türkiye’nin bugün için girdiği rejim krizinin temel nedeni olan ve Türkiye’nin 100 yıllık siyasi tarihini belirleyen ve son 40 50 yılda savaş ve çatışma zemininde seyreden ve Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan stratejik bir konudur. Ve stratejik ele almayı gerektirir.
Sonuç olarak Kürtler hem Türkiye’de hem Orta Doğu’da demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü paradigması ile kadınların, halkların geleceğini belirleyecek olan bir halk konumundadır. Coğrafyası dörde bölünmüş Kürdistan halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesi sadece Kürtlere değil, birlikte yaşadığı Orta Doğu haklarını da özgürleştirecektir. O yüzden Türkiye’de gelişecek olan veya gelişme potansiyeli olan barış süreci sadece Kürtlerin geleceğini değil tüm Türkiye’ye halkların geleceğini belirleyecektir. O nedenle başta sosyalist, feminist hareketler olmak üzere demokrasi ve özgürlük güçlerinin süreci izleyen değil sürecin içinde yer alarak demokratik bir cumhuriyetin inşasında aktif sorumluluk üstlenmesi tarihi bir görev olarak önlerinde durmaktadır. Biz Kürtler, Kürt siyasi hareketi olarak tarihin her döneminde sorumlu yaklaşarak faşizme karşı direndik ve barış, özgürlük, demokrasi mücadelesinin hep en ön saflarında yer aldık. Bundan sonra da bu böyle olacaktır. Bu süreci başarıya ulaştıracak olan ortak mücadele olacaktır. Bu sürecin onurlu bir barışa evrilmesi, halkların eşitliği ve kardeşliği temelinde demokratik bir cumhuriyetin inşasına yol açması ortak mücadele ile gelişecektir diye düşünüyorum.
Kürdistan'da siyaset son yıllarda bir stratejik devlet politikası olarak Kürt milliyetçisi ve İslamcı aktörlerin palazlanmasına sahne oldu. İllegaliteden arındırılmış yeni bir ambalaj ile sunulan bu sağcı odakların Kürt gençleri arasında zemin bulduğunu düşünüyor musunuz? Bu siyasetin bu dönemde en iyi panzehiri nedir? Nerede eksik kalınıyor?
Kürdistan’da devlet Kürt siyasi hareketinin demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmasına karşı dinci milliyetçi gerici güçleri siyasi hareketine karşı desteklemiş onlarla ittifak kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren eşitlik ve özgürlük talebi olan Kürtlere karşı bir yandan işbirlikçi ihanetçi çizgiyi desteklemiş diğer yandan da direnen, mücadele eden Kürtlere karşı amansız bir devlet zoru ve şiddeti uygulanmıştır. Kürtlere karşı yürütülen inkar imha ve asimilasyon politikası, Kürtlere karşı stratejik bir yaklaşım olarak günümüze kadar sürdürülmüştür. Kürt halkının direniş ve mücadelesi bu politikaları boşa çıkarsa da devlet baskı ve zor araçlarını Kürtler üzerinden eksik etmeyerek bunu sistematik bir hale getirerek Kürtleri tarih sahnesinden silmek istemiştir. Bunu yaparken de bazı Kürtleri yanına atarak özgürlük taleplerini bastırmaya çalışmıştır. KDP ile kurduğu iş birliği, Hüda-Par ile kurduğu iş birliği buna somut örnek olarak gösterilebilir.
AKP iktidarı sadece Kürdistan’da değil bütün Orta Doğu‘da islamcı cihatçı gruplarla iş birliği yapmaktadır. Bu işbirliği AKP’nin gelecek tahayyülü ile alakalıdır. Bir dönem Ilımlı İslam Projesi’nin öncüsü olan AKP’nin cihatçı gruplarla, radikal islamcı gruplarla kurduğu ilişki taktikte stratejiktir. AKP’nin kadın karşıtı politikası da bununla bağlantılıdır. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi 6284 sayılı yasayı yürürlükten kaldırmak istemesi, Kürt kadınlarına yönelik saldırıları eş başkanlık sistemine bir tehlike ve tehdit olarak görmesi AKP’nin bu karakterinden kaynaklıdır. AKP şeriatçı yani dinciliği temel alan bir anayasa inşa etmek istemektedir. Bu nedenle de kendi dinci politikalarını toplumsallaştırmak bir kültür haline getirmek istemektedir. Tayyip Erdoğan’ın “biz iktidar olduk ama kültürel olarak iktidar olamadık” sözleri AKP’nin nasıl gelecek kurmak istediğini itirafıdır.
AKP Kürdistan’da da benzer bir politika yürütmekte cemaatler, dinci gruplar aracılığıyla Kürt gençlerini hatta çocukları bu politikaya göre şekillendirmek istemektedir. Cemaatlerin Kürdistan’da rahat çalışması için her türlü olanağı sağlamaktadır. Dikkat ederseniz Diyanet İşleri Bakanlığının bütçesi pek çok bakanlığın bütçesinden çok daha fazladır. Yine cumhurbaşkanı gittiği her yere Diyanet İşleri Başkanı’na götürmekte ve her şeyi dini esaslara göre yapmaktadır. Bu bir stratejidir Kürdistan’da da bu politikayı uygulamakta diyanet politikalarını merkezine yerleştirmektedir. Kobani kumpas davasında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın müdahil olması ve yaptığı açıklamalar aslında kurumun yani Diyanet İşleri Başkanlığının ne kadar siyasallaştığını ne kadar Kürtlere karşı yürütülen bir politikanın parçası haline geldiğini çok çarpıcı bir şekilde göstermiştir.
Devlet bir yandan Türk gençlerine karşı özel savaş politikaları uygularken diğer yandan diyanet aracılığıyla gençleri islamcı grupların içerisine çekmekte ve gençleri kendi gerçeğine, halkına yabancı, özgür bir birey olmaktan yoksun iktidarın cemaatlerin politikalarına biat eden bir noktaya getirmektedir. bunu yaparken de Kürt karşıtı politikanın bir parçası olarak bu uygulamaları devreye koymaktadır.
Kürt gençleri devletin hem özel savaş politikalarını hem de diyanet aracılığıyla cemaatler aracılığıyla gençliği özgür bir birey olmaktan yoksun bırakan halkına yabancılaşan politikalara karşı direnmek ve örgütlü mücadeleyi yürütmek zorundadır. Bilimle, fenle, edebiyatla kendi gerçeğinin farkına varan, dilini, kültürünü, inancını ve özgürlüğünü sağlayan bir gerçekliği açığa çıkarmak örgütlü gençlik çalışması ile mümkündür. Dikkat ederseniz devlet gençlerin yan yana gelmesini, örgütlenmesini engellemek için her türlü yöntemi devreye koymaktadır. Gençliğin de bu politikalara karşı çeşitli yöntemlerle bir araya gelmezse örgütlenmesi sadece gençlerin geleceği açısından değil tüm toplumun geleceği açısından kritik öneme sahiptir.
Son süreçte tahliye olan 30 yıllık mahkumların bazılarından Kürt halkının Kürtçeyi eskisi kadar kullanmadığı, dil bilinse dahi birçok ortamda Türkçe tercih edilmesine dair eleştiriler gelmişti. Dil, kültür ve sanat alanında Kürdistan'ın durumunu nasıl görüyorsunuz? Birçok dil kurumu olmasına rağmen yeterli çalışma yapılmıyor mu?
Bir halkın kendisini ifade ettiği en önemli araçlardan birisi dildir. Bir halkın dilinin yasaklanması, inkar edilmesi o halkın yasaklanması, inkar edilmesi anlamına gelir. Türk devleti Kürt diline yönelik sistematik bir inkar ve asimilasyon politikasını günümüze kadar da uygulamıştır. Bu politikalar sonucu milyonlarca Kürt genci kendi ana dilini konuşmaktan mahrum bırakılmıştır. Ancak Kürt siyasi hareketi hem Kürt dilinin ve kültürünün korunması, hem de gelişmesi konusunda verdiği mücadele halkımızın, gençlerin dillerine kültürlerine sahip çıkmasını sağlamıştır. Kürtlere karşı dayatılan kültürel soykırıma karşı verilecek en iyi cevap gençliğin kendi kimliğine, diline ve kültürüne sahip çıkması ve bunun etrafında örgütlenmesidir. Örgütlü toplum özgürlüğe en yakın toplumdur. Devlet o yüzden Kürt gençlerinin örgütlenmesini engellemek kendisine, kendi kimliğini dilini kültürüne sahip çıkmasını engellemek için her türlü özel savaş politikasına başvurmaktadır. Buna karşı direnen örgütlenen gençliği de kriminalize ekmekte, gözaltı ve tutuklamalarla mücadelesini engellemeye çalışmaktadır. Bu gerçeklikler biliniyor zaten.
Dil konusunun diğer bir boyutu ise bireyin veya toplumun kendisini ifade biçimi olarak toplumsal değişim-dönüşüm ve yaşamın hangi ilkeler etrafında olacağına dair ideoloji ve politikanın, zihniyetin yansımasıdır. Erkek egemen kapitalist toplumda kadın özgürlükçü bir sistemin kurulması, demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmanın toplumsallaşması açısından önemli bir araçtır. Yani sadece hangi dili konuştuğumuz değil konuşurken neyi ifade ettiğimiz neyi temsil ettiğimiz de önemlidir. Dikkat ederseniz devlet TRT Kurdi ile kürtçe dilinde Kürt halkının varlığının inkarını, kültürel ve siyasi soykırım politikasını topluma ulaştırmaktadır. Burada önemli olan asimilasyona siyasi ve kültürel soykırıma karşı çıkacak, Kürt halkının hak ve özgürlüklerini ve kendi kaderini belirleme hakkının savunacak bir zihniyetin geliştirilmesidir. Yani dil önemli bir araçtır ancak tek başına dil sorunu çözmek için yeterli değildir.
Kürdistan’da Kürt dili ve kültürünün gelişmesinde sanatın, edebiyatın, bilimin bir rolü vardır. Tabii ki siyaset de önemli bir araçtır. Ancak dil ve kültürün yaşamsallaşmasının gelecek kuşaklara taşınmasında sanat, edebiyat ve tıp da etkilidir. Bu konuda birçok kurum, kültür merkezi sanat merkezi olsa da henüz toplumun ihtiyacını karşılayacak noktada kendisini getirmiş değildir. Tabii bunda devletin Kürtlere karşı yürüttüğü politikaların, Kürt kurumlarına yönelik sistematik baskı ve zor politikalarını da etkisi var. Ancak Kürtler olarak bizlerin bu kurumların gelişmesinde, örgütlenmesinde ve toplumsallaşmasında daha aktif ve etkin olmamız gerekiyor. Kurumlaşma kadar kurumların üretimlerinin toplumla buluşmasını da sağlamak gerekir.
Son yıllarda açığa çıkan hak ve adalet eylemleri ekseninde sıkça dile getirilen bir talep olan faşizme karşı ortak cephe tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Solun örgütlülüğünün geçmişe nazaran daha az olduğu günümüz koşullarında asgari ilkelerde buluşulması ve böyle bir cephe kurulması mümkün mü (EÖİ'nin netleşmesi ve genişletilmesi)?
Faşizme karşı ortak mücadele ve direniş sosyalist, demokrasi ve özgürlük güçleri açısından; demokratik ve özgürlükçü bir yaşam inşa etmek açısından zorunlu bir görevdir. Ancak Türkiye’de solun zayıflığı, Kendisine en sol veya sosyalist diyen bazı çevrelerin Kürt siyasi hareketine mesafeli yaklaşımları ve faşizmi tarif etme biçimleri güçlü bir cephenin oluşmasını engellemektedir. Sizin de bildiğiniz gibi emek ve özgürlük ittifakı faşizme karşı birleşik bir cephe kurma ve mücadele birliği kurma iddiasıyla yola çıkmış olsa da bu konuda toplumun taleplerini karşılayacak bir örgütlülüğe kavuşmamıştır, klasik seçim ittifakına dönmüştür. Ancak Türkiye’nin ihtiyacı olan erkek egemen kapitalist düzenin temsilcisi olan AKP-MHP Ergenekon Faşist İttifakına karşı demokratik ekolojik kadın özgürlükçü bir paradigmayı geliştirmektir. Bu paradigmanın yaşam bulması için sol, sosyalist, feminist, sistem karşıtı tüm hareketlerin yan yana gelmesi ve ortak mücadele geliştirmesi gerekir. Parlamenter mücadele bunun sadece bir parçası olabilir. Ancak Türkiye’de toplumsal siyaset, demokratik siyaset engellendiği, siyasetin sadece parlamentoya hapsedildiği bir gerçeklik yaşanmaktadır. Parlamento mevcut haliyle sorunları çözmek yerine iktidar ve ortaklarının öngördüğü yasaların çıkarıldığı tek taraflı işleyen bir mekanizmadır. Toplumun değil iktidarın çıkarlarına göre yasalar yapılmaktadır. O nedenle parlamento dışı toplumsal siyasetin geliştirilmesi oldukça önemlidir. Demokrasinin geliştirilmesi, özgürlüklerin güvence altına alınması, demokratik ve özgürlükçü bir hukuk düzenini geliştirilmesi demokratik siyasetin toplumsallaşması ile mümkün olacaktır. Bu konuda gençlere çok büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.
Bildiğiniz gibi gençliğin parlamenter siyasette var olması neredeyse imkansızdır. Birkaç temsili ve göstermelik adım dışında gençliğin sözü,eylemi ve siyaseti parlamenter sisteme yansımaktadır. Faşizme karşı birleşik mücadele ve demokratik, kadın özgürlükçü paradigma toplumsallaşması kadınların ve gençlerin öncülük etmesiyle başarıya ulaşacaktır. Bu konuda sizin de belirttiğiniz gibi zayıflıklar vardır. Türkiye’de örgütlü gençlere yönelik uygulanan baskı ve zor politikaları gençliğin örgütlenmesini ve yanyana gelmesini engellemektedir. Özellikle Kürt gençlerine karşı özel bir politika uygulanmakta örgütlenmesinin ve öncülük misyonu yerine getirmesinin olanakları daraltılmaktadır. Dikkat ederseniz Türkiye’de Kürt gençleri başta olmak üzere binlerce genç yurtdışına gitmeyi tercih etmektedir. Gençliğin kendisini ifade etme olanağının ortadan kaldırıldığı, kendisini özgür hissetmediği bir ortamda kalmak istememesi anlaşılırdır. Ancak bu çözüm değildir. Gençliğin yapması gereken hem kendisi için hem de içinde yaşadığı toplum için mücadele etmek ve değiştirmektir.
Yaşanan tüm engellemeler ve zorluklara rağmen gençlerin yeni yol ve yöntemler bularak yeni bir ahlaki ve politik toplumun gelişmesi, özel savaş politikalarına karşı gençliğin örgütlenmesi ve özgürlükçü çizgide buluşma zemini vardır. HDK gençliği başta olmak üzere bu sistemden mağdur olan tüm gençlerin bu zemini güçlendirmek için yan yana gelmesi tarihi ve sorumluluk olarak görmek gerekir.
Toplumsal hafıza konseptinin halkların ve ezilenlerin mücadelesinde büyük bir yeri olduğu çokça değerlendirilen bir gerçek. Coğrafyamızda ise sermaye ve devlet eliyle bu kolektif bilincin nesiller arası aktarılmasına ve gelişmesine karşı yürütülen kesintisiz bir savaş var. Siz yeni nesil Kürt gençliğinde "halkın devrimci değerleri" olarak gösterilebilecek hafızanın yaşadığını, tanındığını ve bilindiğini düşünüyor musunuz?
Erkek egemen kapitalist sistem kendisini yalanlar üzerinden, hakikatin katledilmesi üzerinden kurmuş ve geliştirmiştir. İlk katledilen gerçeklik kadın gerçekliğidir. Erkek egemen sistem ilk önce kadın gerçekliğini gizlemiş kadınların yarattığı tüm değerleri gasp etmiş, kadını siyasal toplumsal ekonomik yaşamın dışına itmiştir. 5000 yıllık erkek egemen sistem kadın emeği ve bedeninin sömürüsü üzerinden şekillenmiştir. İlk eşitsizlik kadın ve erkek arasında yaşanan eşitsizliktir. Bu eşitsizlik diğer tüm toplumsal ilişkilerde sürdürülmüş hiyerarşi, tahakküm, şiddet, sömürü kadın üzerinde geliştirmiştir. Neolitik kültürün yarattığı tüm değerler gasp edilmiş ve tarihsel gerçeklikler erkek egemenliği tarafından tersyüz edilmiştir. İlk sınıf ilişkisi yine merkez uygarlık sisteminde kadının emeğinin sömürüsüyle başlamıştır. Erkek egemenliği kendisini kurumsallaştırmak için kadınların olmadığı, erkeğin kutsadığı bir hikaye uydurmuştur. 5000 yıllık merkez uygarlık sisteminin geliştirdiği toplumsal hafıza bugün yaşadığınız ahlaki ve politik sorunların temelini oluşturmaktadır. O açıdan gerçeğin açığa çıkartılması oldukça önemlidir. Gerçeğin açığa çıkartılması için de kadınların, ezilenlerin emekçilerin gerçek tarihinin, direnişinin mücadelesinin açığa çıkarılması gerekir.
Erkek egemen kapitalist sisteme karşı mücadele edenler, direnenler de bir hafıza direnç ve mücadele hafızası açığa çıkarmıştır. Kadın özgürlük mücadelesi, ekolojik mücadele, halkların özgürlük mücadelesi ve direnişi önemli bir toplumsal hafıza ve deneyim biriktirmiştir. Bu birikim tam anlamıyla olmasa da gençliğe ulaşmıştır. Kürt gençleri Kürt özgürlük mücadelesini, demokrasi ve barış mücadelenin güncel olması nedeniyle açığa çıkan bu deneyim bilgisine ulaşma imkanlarına sahiptir. Kürt gençleri bir yandan ailelerin yaşadığı deneyimi öğrenirken diğer yandan da bilim ve teknolojinin geldiği düzey de dikkate alındığında bir bilgi kaynağı imkanına sahiptir. Ancak önemli olan bu bilgi ve deneyimle ne yapılacağıdırdır. Bağ çatıdan ideolojik ve politik olarak kendisini örgütlemiş, demokratik ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmayı bilince çıkarmış gençlerin örgütlü mücadelesi Kürt halkının yaşadığı deneyimleri, mücadele hafızasını gençliğe aktarmakta önemli bir rol oynayacaktır. Sizlerin de bildiği gibi politik alanda kazanmadan hiçbir alanda kazanmak mümkün değildir. O nedenle gençliğin siyasetinin politikleşmesi ve gençliğin ürettigi siyasetin toplumsallaşması birlikte yürütülmesi gereken bir süreçtir. Egemenlerin topluma dayattığı hafızasızlığa karşı yapılması gereken tarihin derinliklerinden hakikati açığa çıkarmak ve bunu örgütlemektir. Bu konuda gençliğin başarılı olacağına inanıyorum. Şunu biliyoruz ki gençlik olmadan gelecek olmaz. Geleceğimizin özgür olması için gençliğimizin özgür olması ve özgürlüğü örgütlemesi gerekir
İnsanlık tarihi, insanlığın yürüdüğü yolun anlatısıyken bu anlatıyı tek şerit yolda şekillendiren, insanlık muhayyilesini tutsak eden düşünceler sistematiği ve kapitalist modernite bu dergide deşifre olacak.