Egemen siyasetler toplumsal yaşam içerisinde direniş ve mücadele umudu oluşturabilecek her türlü gelişme ve kazanımlara karşı güvenlikçi ve baskıcı politikalar izlerler. Çizdikleri kağıttan kaplan imajlarında oluşacak tek bir yırtığın bile kendilerinin sonunu getireceğini bilen egemen siyaset aklı halkların en ufak kazanımlarını direkt olarak varlığına yönelmiş tehditler olarak ele alır ve ontolojik bir krizle bu kazanımlara saldırır. Devrimci mücadelelerin bir çatlaktan sızarak çoğalabilme potansiyelini de defalarca yaşayarak öğrenmek zorunda kalan egemenler oluşabilecek herhangi ufak bir kazanıma dahi yok olma korkusuyla bakar ve yaşadıkları bu korku ile düşmanlık siyasetine yönelirler.
Demokratik konfederalizmi inşa etmeye çalışan bir hareket olarak Özgürlük Hareketi'nin devlet dışı toplumsal örgütlenmeleri genişletme ve yaşamı toplumsal dokuya göre yeniden inşa etme hedefleri de egemenlerin oluşabilecek bir çatlağın yayılmasıyla yıkılacak sistemlerinin ontolojik krizini kaşımıştır. Bu krizi kaşıyan toplumsal örgütlenmeler ile yeni yaşama giden yolda mücadele eden Özgürlük Hareketi’nin demokratik siyasi kanadının 1972 Hilvan seçimlerinde aldığı ilk başarı ve ardından 1994 seçimlerinden bu yana yerel ve genel seçimlerde elde ettiği başarılar sisteme tam karşıdan açık bir şekilde ben burdayım diyerek ortaya koyduğu meydan okumalardı. 1994 yılında Batman Belediyesi'ni kazanarak başarılarını siyasi alana da taşıyan Özgürlük Hareketi bu süreçte ele aldığı yerel iktidar ile ideolojisinin izdüşümü olan bir toplumsallığı yeniden yaratmak ve canlandırmak için belediyelere hakim olmaya başladı. Edip Solmaz ile başlayan Özgürlük Hareketi belediyeciliği ilk filiz anında da saldırıya uğramış, Edip Solmaz faili devlet bir cinayet sonucunda katledilmiştir. Özgürlük Hareketi’nin yerel iktidarla topluma temas etmesinden ve bu temasla topluma ulaşarak bir karşılık elde etmesinden korkan ve Edip Solmaz'ın faili olan devlet aklı her zaman yerel yönetimleri hedefine aldı. Her dönem yerel yönetimlere karşı sürdürdüğü operasyonlar 2009 KCK siyasi soykırım operasyonları gibi belirli dönemlerde uç noktasına ulaşmış, 2016 yılında 20 Temmuz'da ilan edilen OHAL'den sonra çıkarılan KHK'ler ile de bu düşmanlık en somut formuna ulaşarak kayyum rejimi adını almıştır. 2016 yılından bu yana 3 dönemdir (2016- 2019- 2024) kayyum atamaları ile Kürdistan kentlerinde yerel yönetimlere el koyan devlet aklı bu politikaları ile sadece belediyeleri kontrol etmeyi değil Özgürlük Hareketi’ni ve Kürt halkını boğmayı hedeflemektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ve cumhuriyetin ilanından bu yana Kürdistan kentleri dönemin mevcut egemenleri ve devlet aklı tarafından her zaman ülkenin geri kalanından farklı rejim formları ile yönetilmiştir. Coğrafi ve siyasi olarak önemli bir merkez olan Kürdistan kentleri Osmanlı ve cumhuriyetten önce de insanlığa ait değerlerin ortaya çıktığı Neolitik Devrim’le birlikte bereket ve verimliliğin getirdiği artı ürünle istilaların merkezi olmaya başlamış, saldırılara uğramıştır. Kürdistan kentlerini kontrol etmeye çalışan tüm egemenler de coğrafik geçiş noktası olması nedeniyle Kürdistan'a büyük önem vermiş, bu coğrafyayı ellerinde tutmak için özel uygulama ve rejimlere ihtiyaç duymuştur. Osmanlı döneminde esnek bir özerklik altında yaşayan Kürtlerin Tanzimat Fermanı ile özerkliklerinin kısıtlanması Bedirxani ailesinin isyanıyla sonuçlanmış, isyandan sonra egemen aklın Kürdistan'a bakışı kontrolcü ve merkezi bir noktaya evrilmiş ve Kürdistan'da farklı rejimler inşa edilerek Kürdistan coğrafyası siyasi olarak kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Bu kontrolcü ve merkeziyetçi rejim uygulamaları Kürdün inkarına dayalı olarak temeli atılanTürkiye Cumhuriyeti ulus devleti döneminde de devam etmiştir. 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükun yasası ile Kürdistan'da sıkıyönetim ilan edilmiş, Şeyh Said isyanın bastırılmasından sonra yeni merkezi otorite boşluklarının oluşmaması için 1927 yılında Kürdistan'ın Elazığ, Urfa, Bitlis, Van, Hakkari, Siirt ve Mardin kentlerini kapsayan Diyarbakır merkezli 1.Umumi Müfettişlik kurulmuştur. Bu umumi müfettişliklere verilen yetkiler ile Kürdistan kentleri Türkiye'nin geri kalanından farklı bir rejime tabii tutulmuştur. Bir laboratuvar olarak ulus devlet politikalarının denendiği Kürdistan'da başlatılan umumi müfettişlikler rejimi Türkiye'nin diğer illerine de taşınmış ve dört müfettişlik daha ilan edilmiştir. 1952 yılına kadar Kürdistan kentleri umumi müfettişlikler yolu ile yönetilmiş, geniş yetkilerle donatılan umumi müfettişlikler otoriter uygulamaları ile Kürdistan'da oluşabilecek her türlü karşı koyuşun yollarını kapatmak için çalışmış, fiziki kırımın yanında asimilasyon politikaları ile de ulus devletin homojen toplum hedefine ulaşması için Kürdistan'daki karakolu olarak faaliyet göstermiştir.
1978 yılına gelindiğinde Kürdistan kentlerinde yeniden sıkıyönetim ilan edilmiştir. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından 1983'te çıkarılan OHAL Yasası ile sıkıyönetimler yerini olağanüstü hal uygulamalarına bırakmıştır. 1987 yılında Adıyaman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Tunceli ve Van'da ilan edilen ve daha sonrasında Şırnak ve Batman'ın da dahil edilmesiyle 13 kentte OHAL 46 kez uzatılarak 2002'ye kadar sürmüştür. PKK (Partiya Karkerên Kurdistan - Kürdistan İşçi Partisi) ve T.C. devleti arasındaki çatışmaların doruk noktasına ulaştığı 90lı yıllarda Kürdistan'da uygulanan OHAL rejimi OHAL Bölge Valiliği tarafından yürütülüyordu. Savaşın en yoğun yaşandığı yıllarda köy boşaltmalardan, sivil katliamlarından, faili devlet cinayetlerinden, işkencelerden ve sayısız suçtan sorumlu olan bu OHAL Bölge Valileri merkezi yönetimin ve ulus devlet aklının Kürdistan'daki memurları idi ve geniş yetkilerinden dolayı "süper bölge valileri" olarak adlandırılıyorlardı. Bu "süper bölge valilerinin" birkaçı ve en ünlülerinden Hayri Kozanoğlu daha sonra milletvekili yapılarak devlet tarafından ödüllendirildi.
2002 yılından sonra OHAL ilanları Kürdistan kentlerinin gündemine 2015 yılında girdi. 2015 yılında Kürdistan illerinde ve ilçelerinde Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) öncülüğünde halk meclisleri demokratik özerklik ilan etti. Muş'un Varto ilçesinde başlayan özerklik ilanları birçok kentte yapıldı. Demokratik ve siyasi bir talep olarak ortaya konan bu ilanlara devlet aklı askeri operasyonlarla yanıt verdi. Eylül 2015'ten başlayarak Mart-2016'ya kadar Cizre, Nusaybin, Silvan, Sur başta olmak üzere birçok yerleşim yerinde OHAL ve sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Bu yasaklar boyunca aylarca Kürt kentleri ağır askeri işgal altında hukukun ve demokrasinin askıya alındığı ulaşılamaz bir dönemden geçti.
15 Temmuz 2016 yılındaki askeri darbe denemesinden sonra 20 Temmuz'da Türkiye genelinde OHAL ilan edildi. OHAL'den ve sokağa çıkma yasaklarından yeni çıkan ve bazı mahallelerinde hala da yasağın devam ettiği Kürdistan kentleri tekrardan OHAL ilanıyla demokrasinin ve anayasanın tamamiyle askıya alındığı bir sürece girdi. 20 Temmuz'daki OHAL ilanın ardından KHK'ler ile ülkeyi yönetmeye başlayan saray rejimi gözünü Kürt Özgürlük Hareketi'nin elindeki Kürdistan belediyelerine dikti. Eylül ayından itibaren başta Amed olmak üzere Kürdistan'daki belediyelerin eş başkanları ve meclis üyelerine kayyum atandı. Bu kayyum atamalarına 2019 yılında yerel seçimlerde Kürt halkı büyük bir cevap vermişse de 2019 Ağustos ayında üç büyükşehir Amed, Van ve Mardin kentlerinin belediyelerine kayyum atanmış bunları takiben toplamda 58 HDP belediyesine kayyum atanmıştır.
2024 Mart ayındaki yerel seçimleri bir kayyum referandumuna çevirerek belediyelerini DEM Parti'ye kazandıran Kürt halkının iradesi bir kez daha tanınmamış ve seçimden 2 gün sonra 2 Mart'ta Van'a kayyum atanmaya çalışılmıştır. Van halkının serhildanı ile geri adım atmak zorunda kalan devlet aklı Haziran ayında Hakkari Belediyesi eş başkanı M. Sıddık Akış'ı görevden alarak yerine kayyum atamıştır.
Bu haliyle bakıldığında Kürdistan’ın siyasi tarihi bir ikili hukuk rejimi ve istisnalar tarihidir. Olağanüstü hal ilanları ve sıkıyönetim ile yönetilmeye çalışılan Kürdistan’da ulus devlet Kürdistan’ın siyasi durumunu istisna olarak ele alarak normalden farklı bir rejimle bu topraklarda yer almaya çalışmıştır. Bu istisna olma halini deklare eden ve beka histerisiyle saldıran egemenler için Kürdistan sadece kontrol edilmesi gereken bir tehlike kaynağıdır. Kürdistan bir sömürge olarak kaybedilmemesi gereken bir egemenlik alanıdır. Kürdistan’a yönelik bu istisna kılma hali ile sömürge durumuna yasal kılıf yaratmaya çalışan egemen akıl tüm ülkeye taşarak 20 Temmuz 2016’dan sonra KHK’ler yönetilen bir ülke yaratmıştır.
Carl Schmitt istisna halini ilan etmenin egemenin tekelinde olduğunu söyler. Kürdistan denkleminde Kürdistan’daki siyasi rejimleri belirleyen ve istisna olarak etiketleyen egemen, ulus devlet aklıdır. İnşa edildiği günden bu yana varlık sorununu neden gösterip kendi meşruiyetini dayadığı hukukun “üstünde” veya “dışında”* konumlanıp Kürdistan’da varlığını sürdürmeye çalışmıştır. İstisna olarak ele alma durumu egemene dilediği gibi bir keyfilik sunarken aynı zamanda kontrol etmeye çalıştığı coğrafyada ve toplumda bir belirsizlik süreci yaratır. Bu belirsizlik süreci de toplumun kırılgan bir özne olmasını ve üstünde daha kolay tahakküm kurulacak bir toplumu doğurur.
Bu rejimler her ne kadar istisna olarak adlandırılsa da istisna ilan etme kavramını (state of exception) ayrıntılı olarak inceleyen İtalyan filozof Giorgio Agamben bu rejimlerin gittikçe hem totaliter hem de demokratik rejimler için olağan haline geldiğini söyler. Ona göre bu istisnalar yeni bir egemenlik rejimine dönüşmüştür. İstisnalar kalıcılaşmıştır. Kürdistan’da yaşanan da Türkiye’nin geri kalanından farklı bir rejimle yönetilmenin olağanlaşması normalleşmesidir. İsimleri değişse de Kürdistan istisna ilan edilerek yönetilmektedir. Her ne kadar 2016’da kayyum atadığındaki iddiaları ve kamuoyundaki karşılığı 2024’te artık kalmamışsa ve kayyum atamaları devrimci demokratik kamuoyunun dışındaki kesimlerce de kabul edilmiyorsa da bu normalleşme ve olağanlaşma durumuna karşı tepkiler daha geniş örgütlenmelidir.
Kürdistan’daki rejim uygulamaları ikili hukuk kavramıyla da ele alınabilir. İkili hukuk, bireyin ve toplumun hukukun getirdiği demokratik uygulamaların ve hakların dışında tutularak sadece ceza ve ödevlere tabii tutulmasıdır. İkili hukuk gereği Kürdistan’da toplumun kendi yönetme kendi belediye eşbaşkanlarını seçme hakkı yoktur, sadece terörle mücadele yasalarına tabii tutulacak seçimleri ve eylemleri vardır. Bu ikili hukukta da toplum ve birey demokratik birer özne olamaz sadece ve sadece birer suçlu özne olabilir. Edinebileceği tek kimlik budur. Kayyum atamalarına dair bu özel olma istisna olma durumunu dönemin başbakanı Binalı Yıldırım da itiraf etmiştir. 2018 bütçesine dair mecliste yaptığı bir konuşma sırasında kayyumlara dair “HDP’lilerin durumu özel onlara girmiyorum” demiştir. Bu Kürdistan kentlerindeki belediyelere atanan kayyumlara dair uygulanan hukukun net bir itirafıdır.
(*Bu hukuki ve siyasi alanın belirsizliğinin ortaya çıkışının hukukun içinde mi kalarak dışında mı kalarak askıya alındığı tartışmaları hukuk doktrinleri arasında sürdürülse de Agamben Schmitt’i işaret ederek bu içinde/dışında toplojisindeki dualizmden ziyade hem içinde hem dışında bir ilişkisellikle bir arada olduğunu ifade eder. Burada üstünde kavramı hukuku araçsalaştıran bir noktadan hukuk doktrini tartışmasından bağımsız ele alınmıştır.)
-İstisna rejimler doğuran ulus devletin çelişkileri halen günceldir
Kürdistan kentlerini umumi müfettişlikler, sıkıyönetim uygulamaları ve OHAL ilanları ile her zaman farklı bir siyasi ve askeri rejimle yöneten egemen devlet aklının bugün Kürdistan kentlerinde uygulamaya koyduğu yeni rejim biçiminin adı kayyumdur. Umumi müfettişliklere, sıkıyönetimlere ve OHAL ilanlarına giden süreçlerde ulus devletin halklarla temel çelişkisi olan ve Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinde de en çok da Kürtlerle yaşadığı çelişki olan tekçi, merkeziyetçi karakteri değişmediği için egemen devlet aklı bugün halen geçmişte yürüttüğü politikalara sarılıyor. Egemen devlet aklı halen ulus devletin merkeziyetçi ve tekçi karakterini aşamadığı için Kürt halkını ve Kürdistan'ı özel bir rejimle yöneterek güvenlikçi kontrol altında tutma isteğinden kurtulamıyor. 1925'te ve 27'de ulus devletin homojen toplum hayali 1924 anayasasında inkar ettiği Kürt halkının varlığına takılınca sıkıyönetim ilan etmiş umumi müfettişliklerle de bu hayaline ulaşmaya çalışmıştır. 1978'de Kürt halkının devrimci arayışlarının dünya sosyalizm mücadelesi ile birlikte yükselmesine karşı yine varlık krizine girmiş, burjuvaların hizmetine verilmiş ulus devlet kendini sürdürebilmek için sıkıyönetime sarılmış ve 1980 askeri darbesiyle de Kürdistan'daki siyasi mücadeleleri bitirmeyi hedeflemiştir. 1987'de PKK'nin 1984'te başlattığı silahlı mücadelenin ulaştığı boyutlardan korkmuş, 15 yıl sürecek OHAL Bölge Valiliği uygulamasını hayata geçirmiş ve Kürdistan kentlerini düşman hukukuna tabi tutmuştur. 2015'e geldiğinde demokratik ve siyasi yönetim biçimi talebi olan özerklik ilanlarını da ulus devletin merkeziyetçi ve tekçi yapısına karşı tehditler olarak ele almış ve ağır askeri operasyonlarla bu talebi bastırmaya çalışarak çözümsüzlükte ısrar etmiştir. 2016'da kayyum atamalarında da ulus devlet yerel yönetimlerde ortaya konan ve bulunduğu bölgenin toplumsal yapısını ve dokusundaki farklılıkları gözeten arayışlara karşı tekçi ve merkeziyetçi reflekslerle ortaya çıkmıştır. Bu çelişkiler bugün ulus devletin kurulduğu haliyle olduğu gibi o kadar güçlüdür ki Türkiye hükümeti kendi sınırları dışına da taşarak Suriye’de işgal ettiği Afrin ve Cerablus’a da kayyum atayarak o topraklarda da kendini var etmeye çalışmaktadır. Bu kentlere nüfus müdürleri, kaymakamlar ve emniyet müdürleri atayan devlet aklı eğitimden ekonomiye kadar her alana nüfuz ederek kentlerin demografik yapısını da değiştirmeyi hedefliyor.
KAYYUM REJİMİNİN HEDEFİNDE DEMOKRATİK MODERNİTE PARADİGMASI
Her dönemde uygulanan farklı rejimler farklı mücadele ve arayışları hedef aldığı gibi bugün Kürdistan kentlerine kayyum atanmasının da hedef aldığı bir olgu vardır. Bu olgu bugün Özgürlük Hareketi’nin benimsediği ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu Demokratik Modernite paradigmasıdır. Bu paradigmanın en iyi bir şekilde örgütlenip yaşamsallaşabileceği bir alan olarak yerel yönetimler bu politikanın hedefine girmiştir. Daha önceki rejim uygulamalarında belediyeleri direkt olarak hedef almayan devlet aklı PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu yeni paradigma ile belediyelerin ve yerel yönetimlerinÖzgürlük Hareketi için ulaştığı anlamın farkına varmış ve saldırı konseptinin ve yeni rejim biçiminin içine belediyelere el koymayı da eklemiştir.
PKK lideri Abdullah Öcalan Demokratik Modernite olarak formüle ettiği yeni paradigmasında fikirlerini demokratik ulus, demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm kavramları ile açıklamıştır. Demokratik özerklik “devlet + demokrasi” olarak tanımlandığında demokratik özerklik “devletin toplumun dokusunu tanıma ve sorunlarına duyarlı hale getirilmesidir”. Öcalan demokratik özerkliği bir beden olarak tanımlayıp bu bedenin ruhunu da demokratik ulus olarak işaret eder. Demokratik ulusu Öcalan şöyle tanımlar “ Eğer uluslaşma etnisitenin, halkların, bireylerin birbirleriyle sıkı ilişki ve ortak çıkarlar etrafında örgütlenmesi ise, toplumun konfederal biçimde genişliğine ve derinliğine tümüyle örgütlenmesi o toplumu demokratik ulus haline getirir. Uluslaşma bu biçimiyle daha kapsamlı ve yoğun hale gelmiş olur. Demokrasiyi, eşitliği, adalet ve imkânlarını paylaşan demokratik ulus haline gelinir.” Öcalan’ın demokratik ulus tanımında en önemli vurgu bireyin ve toplumun devlete değil kendi öz örgütlenmelerine bağlanmasını esas almasıdır. Burada vurgu demokratik uluslaşmanın örgütlenme ile ulaşılır olmasıdır. Bireyin ve toplumun kendi öz örgütlenmelerine bağlanması noktasında da devreye devlet dışı örgütlenme formu olarak demokratik konfederalizm girer. Demokratik konfedaralizm fikrinde de yerelden meclis ve komünlerle tüm toplumsal gruplar ve kimliklerin kendilerini ifade eden siyasi oluşumlarla toplumun öz yönetimini gerçekleştirmesi vardır.
Özgürlük Hareketi de PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Demokratik Modernite paradigmasında önemli bir yer tutan siyaset biçimi olarak demokratik konfederalizmde somutlaşan yerel örgütlenmelerin inşa edilebilmesi için elinde bulunan belediyeleri topluma temas ve yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi temelinde kullanmıştır. Yerel yönetimler denildiğinde her ne kadar sadece belediyeler anlaşılıyor olsa da belediyeler bunun sadece bir parçasıdır. Belediyelerin de demokratik karakter kazanabilmesi için belediyenin kararlarına etki eden halk meclisleri ve doğrudan demokrasi formülleri Kürdistan kentlerindeki belediyelerde dönem dönem uygulanmıştır. Demokratik boyutunu toplumun politik özne kılınması ile kazanan yerel yönetimler merkeziyetçi tekçi ulus devleti korkutmuştur. Politikleşerek kendini yönetebilen bir toplum yapısı istemeyen devlet aklı belediyeler aracılığı ile de toplumdan çalınan ve elitlere verilen demokratik siyaset hakkının maskesiz tanrılar katından indirilerek tekrar topluma verilmesini kendi varlığına tehdit olarak ele almıştır.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yeni paradigması içerisinde yarattığı politik toplum dokusundan korkan devlet aklı Özgürlük Hareketi’nin toplumla temas alanı olan bu bağını keserek hareketin demokratik siyaset ve toplumsal alanını boğmayı da hedeflemiştir. Yerel yönetimler ve onların imkanları ile toplumsal sorunlara çözüm bulan bir demokratik siyasetin toplum nezdinde muhataplığının ve kabul edilebilirliğinin de arttığını gören devlet aklı Özgürlük Hareketi’nin bu aracını da elinden alarak onu toplumdan izole bir konuma iterek il ve ilçe örgütlerine sıkıştırıp bir ablukaya almaktadır. Yerel yönetimleri kendi paradigmasının tezahürü olan yeni yaşamı inşa etmek için kullanan, kentlerde bunun örneklerini sunan ve bu sayede olmaz denilenin mümkün olduğunu göstererek toplumsal desteğini arttıran demokratik siyaset karşısında devlet aklının başvurduğu yol kayyum atamaları ile inşa edilen tüm bu toplumsal karşılığın yok edilmeye çalışılması oldu. Bu toplumsal karşılığın ve politik toplum dokusunun yok edilmesi için de belediyeler merkezi yönetimin takımlarına koşuldu.
ULUS DEVLETİN ARZULADIĞI: MERKEZİ İDAREYLE BÜTÜNLEŞTİRİLMİŞ YEREL YÖNETİMLER
Kayyum rejimi, belediyeleri valilelerin ve kayyumların eli ile merkezi idareye bağlamakta ve böylece yerelde de tüm kaynaklar merkezi otoritenin istekleri doğrultusunda kullanılmaktadır. Belediyeler ve merkezi idari birimler adete birleştirilmiş ve Kürdistan kentleri sadece merkezi zihniyetin söz sahibi olduğu bir alana çevrilmiştir. Devlet aklının hizmetine girmiş merkezi idare içinde eritilmiş yerel yönetimler ulus devlet zihniyetinin Kürdistan’daki asimilasyoncu ve düşman hukuku uygulamalarının daha kapsamlı yürütülmesine ve etkilerinin de yayılmasına sebep olmuştur.
Belediyelere atanan kayyumlar kentlerin valileri veya kaymakamları olmuştur. Merkezi idarenin yerel amirleri belediyelerin de başına atanarak bürokratik olarak kentin en geniş yetkili kişileri haline getirilmiştir. Bu hali ile merkezi idareden gelen emirler kentin tüm kurumlarına tek emir merkezinden iletilmiştir. Merkezi idarenin ulus devlet aklı yerel yönetimlerin kurumları ile toplumun kılcallarına kadar yayılmak için bir zemin bulmuştur. Bu zemin üzerinde Kürt halkının toplumsal varlığına saldıran merkezi idare ve yerel memurları başta politika, kültür, sanat ve ekonomi olmak üzere birçok alanda toplumu boğmak için kolları sıvamıştır.
Kayyumlar 2016 yılında Kürdistan kentlerinin belediyelerine atandıklarında saldırdıkları ilk kurumlar kadın ve gençlik kurumları oldu. Kürdistan toplumsallığının taşıyıcısı ve koruyucusu olan bu iki damara yönelik saldırılar geçmiş yıllarda elde edilen kazanımların yok edilmesi ile başlandı. Eş başkanlık uygulaması kriminalize edilerek belediyeler tamamen erkek aklına teslim edildi. Kadınları eş başkanlıktan başlayarak siyasi alandan uzaklaştırmaya çalışan erkek ulus devlet aklı kadının toplum içerisindeki kazanımlarına da tek tek el uzattı. Kadın Yaşam Merkezleri ve Yaşam Evleri kayyumların ilk kapattığı kurumlar oldu. Kadının toplumsal yaşamda yer almasını sağlayan, ekonomik özgürlük sağlayan, anadilinde şiddetle mücadele mekanizmalarına erişimini sağlayan tüm kurumlar kapatıldı. Kadınları tekrar eve hapsetmek isteyen tecritçi erkek ulus devlet aklı kadını yaşama katan bu kurumları ilk günden büyük bir intikamla hedef göstererek yapılan tüm çalışmaları kriminalize etmeyi amaçladı. 2016 ve 2019 yılındaki kayyum atamaları sonucu farklı kentlerde içlerinde Van Ayşe Şan Kütüphanesi ve Konukevi, Batman Selis Kadın Danışma Merkezi ve Siirt Berfin Kadın Danışmanlık ve Kadın Yaşam Merkezi gibi kurumların olduğu toplam 37 kadın kurumu kapatıldı.(1)
Kayyum politikalarının en önemli hedeflerinden biri Kürdistan gençliğidir. Toplumsal değerlerin koruyucusu ve direnişlerin yaratıcısı gençliği olmayan bir toplumun daha kolay köleleştirilebileceğini bilen yaşlı kurnaz devlet aklı gençliğin toplumsal hayattan silinmesi için de elinden geleni ardına koymamıştır. Birçok kentte belediyelere bağlı olarak açılan gençlik kültür merkezleri kapatılmış ya da içeriği değiştirilerek anlamsızlaştırılarak sisteme hizmet eder konuma getirilmiştir. Kayyumun gençlik düşmanı politikaları kapsamında kültür merkezlerinin kütüphanelerinin kitapları toplatıldı, sayısı azaltıldı ve birçok kütüphane kapatıldı. Gençlik merkezleri ve uyuşturucuyla mücadele merkezleri kapatıldı. Barınma sorununa cevap olabilmek için açılan yurtlar kapatıldı gençler desteklenen tarikat yurtlarına gitmeye mecbur bırakıldı. Yolsuzluk ve talanın adresi olan kayyumlar utanmadan üniversite öğrencilerine ödenen bursları kamu zararı gerekçesi iddiası ile geri istedi.
Hafıza kırım ve asimilasyon aracı olarak kayyum rejimi
Gençliğin toplum değerlerinin aktarıcısı da olduğunu bilen kayyum rejimleri toplumun politik ve kültürel hafızasını da hedef alarak var olan politik mücadelenin yeni nesillere aktarılmasını engellemek amacıyla çeşitli faaliyetler yürüttü. Asimile edebilmek için önce var olanı yıkmayı hedefleyen kayyum politikaları hafızasızlaştırma amacı ile birçok parkın ve kurumun ismini değiştirdi birçok heykel ve anıtı da kaldırdı. Bununla da yetinmedi ve karşı hafızasını inşa etmek için de kültür kurumlarının içeriğini değiştirdi, türkçeleştirdi ve yapılan festivallerin muhtevasını değiştirerek mekânsal olarak da bu festivalleri kent direnişlerinin yaşandığı Sur, Cizre ve Nusaybin’e taşıdı. Toplam 26 kültür kurumu ya kapatıldı, işlevsizleştirildi ya da içeriği değiştirildi. Van’da bulunan Nuda Kültür Merkezi kapatıldı. Siirt’te bulunan Celadet Ali Bedirxan Kütüphanesi kapatılırken Amed’te bulunan Cigerxwin Kültür Merkezi’ndeki kitap sayısı 10 000’den 300’e düşürüldü. (1)
Asimilasyon politikalarının başlıca hedefinde çocuklar vardı ve bu amaçla Kürtçe faaliyet yürüten birçok kreş kapatıldı veya Türkçeleştirilerek çalışanları işten çıkarıldı. Van Gürpınar- Xeyrî Şînîk Kreşi, Edremit’in Çiçekli mahallesinde ‘Pêşdibistana Taybet İnan (Taybet İnan Kreşi), Diyarbakır, Zarokîstan, Xalxalok, Ferzan Kemanger çoçuk kreşleri kapatıldı. (1)
Kentlerin önemli meydanlarına ve parklarına verilen isimler de kayyımlar tarafından hedef alındı ve değiştirildi. Mardin Derik’te 21 Kasım 2004’te babası Ahmet Kaymaz ile birlikte polislerce öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın adının verildiği Uğur Kaymaz Parkı’nın adı Sultan Köse olarak değiştirildi. Van Çatak’ta bulunan ve katledilen Amed Barosu başkanı Tahir Elçi’nin adını taşıyan Tahir Elçi Parkı’nın adı “Şehit GK Ali Ogün” olarak değiştirildi. Diyarbakır’ın Lice ilçesinde 2009’da koyunları otlattığı sırada Tapantepe Karakolu’ndan atılan havan mermisi ile hayatını kaybeden Ceylan Önkol’un adını taşıyan parkın adı da değiştirildi. Amed’in Bağlar ilçesinde bulunan ve devletin suçunu ortaya koyan Roboski Anıtı parçalandı ve anıt parktan kaldırıldı. (1)
Toplumun dayanışma pratiklerine saldırılar ve kayyumun sosyal politikaları
Topluma sosyal belediyecilik ve hizmet anlayışıyla ulaşan belediyelerin açtığı ve toplumsal dayanışmayı güçlendiren birçok kurum kapatıldı. Hükümetin başarısız makro ekonomi politikalarından dolayı günden güne yoksullaşan Kürt halkını devlet yardımlarına muhtaç ve mecbur etmek isteyen devlet anlayışı tüm bu kurumların çalışmalarını durdurdu. İhtiyaç sahiplerinin gıda ve diğer birçok ihtiyacını karşılayan Batman Gıda Bankası, Diyarbakır Sarmaşık Yoksullukla Mücadele Derneği, Diyarbakır Rojava ile Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Siirt Bin Umut Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği, Van Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (VAN-DER) gibi dernekler kapatıldı. Aynı zamanda toplumcu, anadilinde ve erişilebilir sağlık hizmeti veren Ağrı-Doğubeyazıt’ta ücretsiz sağlık hizmeti veren Ayşe Zarakolu Tıp Merkezi ve Mayıs 2017 tarihinde babası tarafından ambulans gelmediği için çuvalda hastaneye götürülen 11 yaşındaki Muharrem Taş’ın ismini taşıyan ve belediye tarafından yapılan Muharrem Taş Sağlık Merkezi kapatıldı.
Elinde Ankara haritası Kürdistan’a yollananlar geri dönmeye mecbur!
Tüm bu tarihsel uygulamalara ve ulus devletin toplumla olan çelişkilerine bakıldığında görülüyor ki egemenler Kürdistan’da kalmak için her zaman farklı rejimlere ihtiyaç duydular. Bu rejimler yolu ile toplumu denetim altına almayı amaçladılar. Geçmişte bu rejimlerin adı OHAL, sıkıyönetim ve umumi müfettişlik iken bugün kayyum adını taşıyor. Kayyum politikası ulus devletin geçmiş ve bugün çelişkilerini içeren güncellenmiş bir yönetim biçimi olarak basit bir atamanın ötesinde bir uygulamalar bütününü bir rejimi ifade ediyor. Kayyumlar eli ile yaşamın toplumun politik dokusuna göre yeniden inşasına müdahale eden, kadın ve gençlik kazanımlarına saldıran, toplum hafızasını yok eden, kültürel soykırım kıskacına alarak asimile etmek isteyen ulus devlet aklı bunları başarabilmek için kayyumlarla Kürdistan kentlerinde güncellenmiş rejimler inşa etmeye çabalıyor. Bu güncellenmiş kayyum rejimi de denenen diğer rejimler gibi Kürt halkının direnişi ve mücadelesi ile başarısızlığa uğramaya mahkum. Elde Ankara haritası ile Kürdistan kentlerine yollanan kayyum memurları haritalarının uyuşmazlığı ile beraber Kürdistan sokaklarında kaybolarak üretildikleri ideolojik merkezlerine dönmeye mecbur.
KAYNAKÇA
1- İrade Gaspı ve Kayyım Gerçekleri, HDP, 2022
https://drive.google.com/file/d/1kajDMMP6bw-TaBAgDJi1DoQDmtV158ys/view
İnsanlık tarihi, insanlığın yürüdüğü yolun anlatısıyken bu anlatıyı tek şerit yolda şekillendiren, insanlık muhayyilesini tutsak eden düşünceler sistematiği ve kapitalist modernite bu dergide deşifre olacak.