*David Graeber, Kürt Özgürlük Hareketi sayesinde ayakta kaldı. Böylesine yıkıcı bir kayıp hakkında başka nasıl umutlu hissedilir?
Rahila Gupta*
Çeviren: Serap Güneş
İnanması zor ama David Graeber aramızdan ayrılalı bir yıl olmuş. Alçakgönüllülük ve atılganlığın karakteristik bir bileşiminde Twitter biyografisinde şu yazıyor: “Ben bir antropologum, bazen bir şeyleri işgal ediyorum. Anarşizmi eylenen bir şey olarak görüyorum, bir kimlik olarak değil; o yüzden bana anarşist antropolog demeyin.
David Graeber’ı geç tanıdım; Wall Street’i işgal ettiği günlerden değil, 2016’da Rojava’ya yaptığım geziden sonra. Oradaki kadın devrimi karşısında duyduğum coşku, çok önemli ve hayatımı değiştiren bir şeye tanık olduğum hissi, beni Rojava hakkında bulabildiğim her şeyi okumaya yöneltti. David’in makalelerine rastladım ve Rojava’daki ikili iktidar analizinden gerçekten etkilendim. Rojava’daki “devlet”, koordinasyon rolü olan ancak yetkisi olmayan bir “yönetim” olarak anlaşılmalıdır. İktidar, halkın elindedir.
David Graeber, Rojava ziyareti sırasında tanık olduğu bir olayla bu noktayı gözler önüne sermişti. Yerel polis memurları, şeker biriktirdiğinden şüphelenilen bir tüccarı soruşturmaya çağrılmış. Bunu amirlerinden izin almadan yapamayacaklarını söylemeleri, “Amirleriniz için değil, bizim için çalışıyorsunuz” diyen halkla aralarında infial yaratmış. “Silahlı herkesin eninde sonunda yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya örgütlenmiş yapılara karşı sorumlu olması, güçlü bir ilkesel mesele gibi görünüyordu” ve eğer durum böyle değilse, ortada korkunç bir yanlışlık var demekti.
Graeber, “Devrimci teori açısından Rojava örneğinin belirli açılardan benzersiz olduğunu söyleyebilirim. Bulduğumuz şey esasen bir ikili iktidar durumudur. Bir yanda bakanlıklar, parlamento, yüksek mahkemeler, hükümete benzeyen her şey var; öte yanda ise iktidarın tamamen halk meclisleri üzerinden aktığı aşağıdan yukarı örgütlenmiş yapılar var” diyor ve ekliyor: “Bu iki kurumsal yapı arasındaki güç dengesinin değişken ve sürekli yeniden müzakere altında olduğu görülüyor.”
Graeber, dünyadaki yerini aktivizmiyle kazandığını bilen bir akademisyenin her zaman ayırt edici özelliği olan anlaşılabilir bir üslupla yazıyordu. Sınırlı, seçkin bir akademiyle değil, dünyanın geri kalanıyla konuşuyordu. Hemen saygımı kazandı. Mayıs 2016’daki bir kitap lansmanında konuşmasını dinledim. Abdullah Öcalan’ın, önsözünü kendisinin yazdığı “Demokratik Uygarlık Manifestosu: Maskeli Tanrılar ve Örtük Krallar Çağı (1. Cilt)” kitabıydı bu. İlk izlenimim kalıcı oldu.
Kürt Hareketi tarafından düzenlenen “Kapitalist ve Demokratik Modernite” üzerine büyük bir konferansa katılmamız için ikimizin de davet edildiği Hamburg’da onu daha yakından tanıma fırsatı buldum. Her akşam yemekte beraber otururduk. Doğrusu ona biraz hayran kaldım. Oldukça sakince esprili bir şey söyleme ve sonra gülme alışkanlığı vardı. Sözlerini tam olarak duymamış olsam da onunla birlikte gülerdim. Konferanstan restorana arabayla kısa bir yolculukta, dizüstü bilgisayarını çıkarır ve “Boktan İşler” kitabı üzerine çalışırdı. Bu kitabın tezinden bahsettik biraz. Ona Hindistan’daki çok sayıda saçma işten bahsettiğimi hatırlıyorum ama zaten biliyordu.
Bana esprili, çalışkan, alçakgönüllü ve engin zekalı bir adam gibi geldi. O zamandan beri onunla çeşitli Kürt etkinliklerinde düzenli olarak karşılaştım.
“Patriyarka” kitabım için Rojava hakkındaki bölümümü hazırlarken siyasi değişimi harekete geçirmede ideolojinin rolü üzerinde kafa yoruyordum. Okumak için tam olarak doğru kitapları bulamadım, bu yüzden tavsiye için ona e-posta gönderdim. Sorumun çok geniş olduğunu ve çoğu yazarın meseleye belirli değişiklikler veya belirli ideolojiler üzerinden yaklaştığını söyledi: “İdeoloji ve hareketlerin ilişkisi son derece karmaşık ve görünen o ki, farklı hareketlerde bu ilişki çok çok farklılaşıyor. Yıllardır bu konuda Marksistler ile anarşistler arasındaki farkı anlamaya çalışıyorum. ‘Doğrudan Eylem’ üzerine kendi kitabımda bu farklardan bazılarını işliyorum. Maile ekleyeceğim ama ne kadar yararlı olur bilmiyorum, özellikle de literatür taraması yapmadığım için. Ancak 211. bölümden 222’ye kadar bu konuda provokatif olabilir.”
Bana taslağın tamamını gönderecek kadar cömertti. Ben de şu yanıtı verdim: “Kesinlikle anarşizme farklı bir perspektiften bakmamı sağladı. Ve sınıflandırmalarınıza göre, o zaman Rojava’da olup bitenler, özellikle de merkezi bir ‘teori’ye ya da Apo’daki gibi merkezi bir otoriteye bağlılıkları açısından ‘anarşizm’ değildir. Anarşistlerin ‘yüksek teoriden’ kaçındıklarını öne sürüyor ve bu konuda David Wieck’ten alıntı yapıyorsunuz. Aslında, Rojava Devrimi’ne olan hayranlığımı, hayat boyu süren feminist bir gelenekle daha ‘ilerici’ bir devlet için kampanya yürütme geleneğiyle birleştirmeye çalışıyordum. Bizim durumumuzda olduğu gibi, kerameti kendinden menkul dinci, muhafazakar sözcüler tarafından temsil edilen toplumdan başka nasıl korunabileceğimizi tasavvur edemiyordum.”
Şöyle devam ettim: “Ben de (onun önsözünde) şu satırdan etkilendim: ‘Öyleyse pratiğin önce geldiği ve teorinin esasen ikincil olduğu bir siyasi hareket hakkında nasıl düşünmeliyiz?’ Bunun gerçekten mümkün olup olmadığını merak ediyorum. Bu, eşitlikçiliğin özünde bir pratik olduğu anlamına mı geliyor? Kendim hiç deneyimlemediğim için onu her zaman için uğruna savaşılması gereken bir fikir olarak gördüm. Kesinlikle kışkırtıcı.”
Buna bir yanıt alamadım ancak kitabım için devam eden araştırmamın bir parçası olarak DAİŞ’in Dabiq’i tarafından çıkarılan parlak dergisini epeyce okumak gibi insanın ruhunu mahveden bir işi görev edindim. Beni eğlendiren ve şaşırtan bir şekilde, bu derginin, David Graeber’dan alıntı yaptığını gördüm ve bu ona bir başka eposta atmama neden oldu.
David’e sordum, “Bu arada, IŞİD paçavrası Dabiq’te alıntılandığınızı biliyor muydunuz?
[Dabiq’tan alıntı] ‘Finans yazarı David Graeber’in yazdığı gibi, altın ve savaş her zaman el eledir. Emevi İmparatorluğu dönemindeki genişleme savaşları boyunca saraylardan, tapınaklardan ve manastırlardan çok büyük miktarlarda altın ve gümüş yağmalandı ve madeni paralara basıldı ve Halifeliğin olağanüstü saflıkta altın dinarlar ve gümüş dirhemler üretmesine izin verildi.’”
[Graeber’in yanıtı] “Evet evet, IŞİD’in altın sikke meselesinde her iki taraftan da alıntılandım. Sanırım bu yakalanan İngiliz gazeteci adamdı, adı neydi? Bu arada ona ne oldu?”
Ulaşmak istediği isim, John Cantlie’ydi. Daha sonra Cantlie’nin DAİŞ ideolojisini gerçekten benimseyip benimsemediği veya bunun bir hayatta kalma stratejisi olup olmadığı konusunda oldukça eğlenceli ve felsefi bir tartışma yaptık.
David, “O yakalandı ve ötekilerin (ki gazeteciler de dahildi, değil mi?) kafasının kesildiğini bilmesine rağmen işbirliği yapmayı kabul etti. Bazen kendime şunu soruyorum: Benzer bir durumda ben ne yapardım?” diye merak ediyordu. “‘Tamam, gerekirse beni şehit edin ama sizin propagandanızı yazmayacağım’ diyeceğimi düşünmek hoşuma gidiyor. Ama sonra düşünüyorum ve belki de diyorum, sularına gitmeyi seçerdim ki, böylece beni bıraktıklarında dünya aleme sırlarını anlatabilirdim. Ama söylemesi zor. Metne gizli mesajlar mı koyardım? Nasıl yapılır ki bu? Bazen düşünüp duruyorum.”
Şöyle yanıtladım: “Değer sistemlerim üzerinde aşırı baskı yaratacak bu ‘ya olursa’ senaryolarına kendimi sokmaktan nefret ediyorum, belki de cevabın beni gururlandırmamasından korktuğum için. Gerçekten cesur olduğum tek zaman (aptallık noktasına kadar), öfkeyle ateşlendiğim zamanlardır ancak öfke genellikle kısa ömürlüdür, bu yüzden öfke azaldığında ne olur, orası belli değil. Umarım böyle durumlarda asla yatışmaz öfke.
Ancak Cantlie, kendisini ve ailesini yüzüstü bıraktıkları için İngilizlere gerçekten kızgın görünüyor ve gidip Batı’da yanlış olan her şeyin DAİŞ gözünden analizine girişiyor.”
David, “Evet, orada neler olduğunu psikanalize tabi tutmak ilginç olurdu” diyerek döndü. “Neyse ki ben bu tür şeylere pek meraklı değilim.” Ama David, Cantlie’nin çalışmalarını çarpıtmasından mutlu değildi, “Tuhaf olan, o pasajda söylediğim noktayı tamamen gözden kaçırmasıydı!” dedi.
“Çarpıtması değil bence sorun” dedim. “Para teorisinin daha ince noktaları konusunda Dabiq okuyucularına (birçoğu şükür ki şimdiye kadar ölmüştür) ulaşmak istemezsiniz.” David, “Öyle doğrusu” diye cevap verdi.
Daha sonra onunla iki unutulmaz olayda daha tanıştım. Estella Schmid ve Debbie Bookchin ile birlikte akşam yemeği için evime geldi. Hiçbirimizin tanımadığı eski bir öğrenci olan genç bir kadını izin istemeden getirdiği için hafifçe sinirlendiğimi hatırlıyorum ama bunun bile gerçekten iyi bir nedeni olduğu ortaya çıktı. Daha sonra kızıma, getirdiği bu kızın kampüste biri tarafından takip edildiğini ve buna üzüldüğünü ve kendisini görmeye geldiğini söylemiş. Ona hem fiziksel hem de duygusal olarak bir kaçış yolu vermek için ‘Akşam yemeğine bir arkadaşıma gidiyorum’ demiş, ‘Sen de gel.’”
Eylül 2018’de beni Rojava’nın varlığıyla ilk tanıştıran, kurdishquestion.com’un editörü, film yapımcısı, kampanyacısı ve iyi bir insan olan, 2017’de Rakka’da ön cephede çekim yaparken DAİŞ’in intihar bombası saldırısı yüzünden ömrü trajik bir şekilde kısa süren Mehmet Aksoy için ikimiz de anma töreninde konuştuk. David, Mehmet’in kendisine açtığı dünyalardan etkileyici bir şekilde söz etti. David de yeryüzündeki işi bitmeden çok önce aramızdan ayrıldı ve insanların vaktinden önce göçmesi hakkında konuşmak çok dokunaklı geliyor.
The Guardian için Mehmet’in ölüm ilanını yazdığımda, David bana, “Bu çok hoş olmuş” diye mesaj atmıştı. Gazetede ölüm ilanları için katı kurallar hakkında karşılıklı saydırdık. Yazımdaki şiirsel her şeyi çıkardıklarını söyleyip şikayet ettim. “Mehmet’i Kürt Özgürlük Hareketi kurtardı“ diyerek daha özgün ve umutlu hale getirmeye çalıştığım hayatta kalanlarla ilgili satır bile silinmişti.
Sanırım bunu David için de söyleyebilirim. David, Kürt Özgürlük Hareketi sayesinde ayakta kaldı. Böylesine yıkıcı bir kayıp hakkında başka nasıl umutlu hissedilir?
David Graeber, 1961’de New York’ta doğdu, 2 Eylül 2020’de Venedik’te yaşama veda etti. ABD’li kültür antropologu, özellikle anarşist görüşleri ile ve Rojava Devrimi’ne ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne verdiği destekle tanınıyordu. Graeber, dünya çapında görünürlük kazanan “Occupy Wall Street” (Wall Street’i İşgal Et” hareketi ve eylemlerinin de öncüsü ve “Biz Yüzde 99’uz” sloganının mucitlerindendi.
Graeber, eğitimli işçi ve solcu ebeveynlerin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası, bir enternasyonalist olarak İspanya İç Savaşı’nda yer almış ve inançlı bir anarşist olarak geri dönmüştü. David Graeber’in büyüdüğü ev de New York’ta, dünyada radikal dönüşümler dileyenlerin oturduğu bir kolektif evdi.
Rojava’ya ve onun “başka bir hayata” dair sunduğu umutlara ilişkin yazılarının haricinde Graeber, kapitalizmin özellikle merkez ülkelerde nasıl bir dönüşüm geçirdiğine ilişkin söyledikleriyle de ilgi çekiyordu. Antropologların toplumsal/ekonomik sistemin yapısına dair söylediklerini eleştiren Graeber, “iş” ile “anlam” arasındaki açının büyümesini şu cümlelerle anlatacaktı:
“John Maynard Keynes, 1930’da, teknolojinin yüzyıl sonuna kadar Büyük Britanya ya da Birleşik Devletler gibi ülkelerde haftada 15 saat çalışmayı olanaklı kılacak denli gelişeceğini öngörüyordu. Her şey, onun haklı olduğunu işaret ediyor. Teknolojik açıdan bunu yapabilecek durumdayız. Ne var ki bu gerçekleşmedi. Bilakis teknoloji, hepimizin daha fazla çalışması için kullanıldı. Bunu sağlamak için, sonuç itibariyle anlamsız olan mesleklerin yaratılması gerekiyordu. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da büyük insan kitleleri, iş hayatlarının tamamını, haklarında gizli gizli yapılmak zorunda olmadıklarını düşündükleri işleri yaparak geçiriyorlar. Bu durumun yarattığı ahlaki ve ruhsal zararlar, çok önemli. Bu, kolektif ruhumuzda bir yara. Fakat pratikte hiç kimse bunun hakkında konuşmuyor.”
Kaynak: https://www.ozgurpolitika.com/haberi-kurtlerin-muttefiki-ve-entelektuel-rehber-153688
İnsanlık tarihi, insanlığın yürüdüğü yolun anlatısıyken bu anlatıyı tek şerit yolda şekillendiren, insanlık muhayyilesini tutsak eden düşünceler sistematiği ve kapitalist modernite bu dergide deşifre olacak.