Logo Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş... Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş...

Sosyalistlerin HDP dışında ne işi var? – Alp Altınörs

Barış Yıldırım’ın fraksiyon.org’da yayımlanan yazısı, sosyalistlerin HDP’ye katılmaması gerektiğine dair bir sorgulamayı içeriyordu. Yazarın kendisiyle bir tartışma amacında değiliz, ama sorduğu soruları yanıtlama sorumluluğunu taşıyoruz. Bu sorumluluğu sadece yazara değil, onun sorularını paylaşan ve yüreği solda atan herkese karşı taşıyor oluşumuz, bu satırların esas yazılma sebebini oluşturuyor.

Halkların Demokratik Kongresi’yle başlayan birleşik yürüyüş, HDP’nin yerel seçimlere katılmasıyla daha somut elle tutulur bir biçim kazandıkça, eleştiri ve soru işaretlerinin de artması siyasetin doğasında varolan bir durumdur.

Sosyalistler, sosyalist olmayan bir cephede yer alır mı?

Bu, 20. yüzyılda birçok devrim deneyiminde sayısız kereler sorulmuş ve pratikte yanıtlanmış bir sorudur. Troçkist hareketin kimi kesimleri dışında bu soruyu olumsuz yanıtlayacak hiçbir devrimci, sosyalist yapı tanımıyorum.

Özellikle Ekim Devrimi’nin hemen ardından kurulan genç komünist partilerinde görülen, komünist olmayan parti ve akımlarla ittifakların yanlış olduğu fikrine Lenin’in ünlü yanıtı biliniyor:

“Bolşevizmin tarihi, dolambaçlı yollara başvurmalarla, uzlaşmaya dayalı taktiklerle ve –burjuva partileri de dahil– öteki partilerle anlaşmalarla doludur” (“Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı)

Başkaları arasında, Lenin ve Iskra’cıların, özellikle 1901-1902’de “Legal Marksistler” ve onların lideri P. Struve ile kurdukları ittifakı anmaya değer. Gerçekte burjuva liberal bir odak olmasına karşın, Struve grubunun da Rusya’da Marksist yazının yaygınlaşmasından çıkarı vardı. Zira Narodniklerin teorisinin aksine, Marksizm, feodalizmi kapitalizmin takip etmesi gerektiğini söylüyordu. Dolayısıyla Iskra’cılar bu grupla işbirliği yaparak Marksist yazının ve komünist fikirlerin hızla yaygınlaşmasını sağladılar.

Dilerseniz Çin Devrimi’ne; Çin Komünist Partisi’nin ilk yıllarında Komintang’ın içinde yer alışına bakınız (1923-‘27). Sun-Yat-Sen’in ulusal devrimci partisi içinde yer almakla, ÇKP, Çin halk kitlelerinin en diri ve mücadeleci kesimleriyle birlikte çalışma, pratik etkileşim ve komünist fikirleri yayma imkanına kavuşmuştu. ÇKP-Komintang “Birinci Birleşik Cephesi” SSCB tarafından destekleniyor ve emperyalizmin işbirlikçisi olan savaş ağaları derebeyliklerini yıkarak Çin’i demokratik bir cumhuriyet altında birleştirmek programını güdüyordu. ÇKP’nin kimi kadroları (bu arada Mao Zedung da) Komintang Merkez Komitesi’nde yer aldı. ÇKP kadroları ünlü Whampoa Akademisi’nde askeri eğitimden geçirildi, pek çoğu Ulusal Devrimci Ordu’nun subayları oldu. Ara not olarak ÇKP’nin bu yıllarda örgütsel varlığını koruduğunu ama ÇKP’lilerin bireysel olarak Komintang’a üye olduğunu –birliğin Komintang bünyesinde gerçekleştiğini– ekleyelim.

Sun Yat Sen’in 1925’te ölümü ve Komintang’a Çan Kay Şek liderliği altındaki sağ kanadının hakim olması, Komintang’ı ilerici bir parti olmaktan çıkardı ve bu ittifakı sürdürülemez kıldı. ÇKP-Komintang ittifakı, 1927 Şangay ve Kanton Katliamları ile birlikte yerini iç savaşa bıraktı. Her ne kadar Troçki, kategorik olarak bu ittifaka karşı çıkmış ve 1927 katliamlarının, bu ittifakın bir sonucu olduğunu öne sürmüş de olsa, bugün, Komintang’la ittifak sürecinin 1923’te birkaç yüz aydından oluşan ÇKP’yi 1927’de 57 bin üyeli bir devrimci kitle partisi haline getiren ve olgunlaştıran süreç olduğu ve Çin devrim tarihinde kesin bir yere sahip olduğu kabul edilmektedir.

Dilerseniz Nazi rejimlerine ve işgaline karşı kurulan Halk Cepheleri’nin deneyimine bakalım. Komintern’in 1929-33 döneminde izlediği, antifaşist demokratik ittifakları güçleştiren çizgisinin Nazilerin 1933’teki zaferinin ardından terk edilişini ve Dimitrov’un önderliğinde “Faşizme Karşı Birleşik Halk Cephesi” politikasının benimsenişini inceleyelim. Yine burada da komünistlerin, sosyal demokratlar ve hatta antifaşist burjuva partileriyle halkçı-demokratik bir program etrafında ittifakını görüyoruz. Halk Cepheleri Fransa’da ve İtalya’da Nazi işgalinin kovulmasında belirleyici bir rol oynadıkları gibi; Yugoslavya’da ve Bulgaristan’da demokratik halk iktidarlarının kurulmasına kadar vardılar.

Ya da İspanya’da Asturias ayaklanmalarının yarattığı toplumsal iklimde 1936’da kurulan Halk Cephesi örneğini alalım. İspanya Komünist Partisi bu cepheye katıldığında görece küçük, etkisiz bir partiydi. Cephenin ana belirleyici güçleri Sol Sosyal Demokratlar, Anarşistler ve (küçük burjuva) Cumhuriyetçilerdi. (Daha sonra bu denge, komünistler lehine değişti.)

Halk Cephesi’nin programı ilerici demokratik bir programdı. Bu cephenin seçimlerde hükümete gelmesinin ardından Franco’nun yaptığı faşist darbeyle İspanyol devrimi başladı. Burada tartışmasına giremeyeceğimiz nedenlerden ötürü İspanya İç Savaşı yenilgiyle sonuçlansa da, herhalde Halk Cephesi’nin kuruluşunun İspanya Devrimi’nde belirleyici bir yer tuttuğu tartışma dışı kalacaktır.

Örnekleri uzatabilirim, ama bu kadarının yeterli olduğunu sanıyorum. Özetle; sosyalistler ve komünistler, doğrudan sosyalist bir programa sahip olmayan ittifaklar, cepheler kurmuşlardır ve bunlar çeşitli ülkelerde devrimin ilerlemesinde belirleyici roller oynamıştır. Sosyalistlerin/ komünistlerin sadece sosyalist bir programa sahip cephelere katılabileceğini savunmak, gerçekte komünist olmayan ilerici, demokratik güçlerle ittifakların reddedilmesi demektir. Sekterliktir bu. Ne denli parlak ve radikal görünürse görünsün, cepheleşmenin reddi, gerçekte iktidar bilinci yoksunluğunun ürünüdür.

Barış Yıldırım’ın da anımsattığı gibi, faşist bir rejim altında yaşıyoruz ve politik özgürlük sorunudevrimimizin birinci, en başta gelen meselesidir.

Türkiye’de gündemde olan devrim, bir demokratik devrimdir. Bu demokratik devrim 12 Eylülcü faşist rejimi devirecek, halk meclisleri iktidarını kuracak, işçi sınıfı ve yoksul halka söz-eylem-örgütlenme özgürlüğünü kazandıracak ve sosyalist bir devrime kesintisizce geçişin yolunu açacaktır. Demokratik devrimin gündemde olduğu bir ülkede, devrimin bütün potansiyel ve fiili güçlerini birleştirecek bir cephenin sosyalist bir programa sahip olmasını istemek, beklemek sınıf savaşımının yasalarından habersiz olmak anlamına gelir. Dolayısıyla devrimcilerin, komünistlerin, bütün antifaşistleri, bütün devrimci demokratları, bütün ilericileri antifaşist bir cephede birleştirmeye çalışmaları demokratik halk devriminin zaferi için vazgeçilmez, yaşamsal önemde bir sorundur.

Böyle bir cephede bugün için komünistlerin ya da sosyalistlerin zayıf, güçsüz durumda olmaları meselenin özünü zerrece değiştirmez. İttifaklara girmek için kendi önderliğinin kabulünü dayatmak, Türkiye devrimci hareketinin eski bir zaafıdır ve siyasetin şu temel gerçeği ile de çelişir: Önderlik verilmez, alınır. Tıpkı PKK’nin Kürt ulusal devriminin önderliğini kimseden talep etmemesi ama yürüttüğü savaşımla koparıp alması gibi.

Meseleyi tam tersinden koymakla açılacak verimli bir siyaset alanı mevcuttur: Bütün özgürlük güçlerinin, bütün antifaşist halkçı güçlerin birlikteliğiyle yaratılacak zemin devrimci, sosyalist hareketin gelişmesine de elverişli bir alan sunacaktır.

Halkların Demokratik Kongresi, Batı’da, Kürt ulusal hareketinin güçleriyle devrimci demokratik akımların güçlerinin birleştirilmesini öngören antifaşist antiemperyalist bir cepheleşme hamlesidir.

 

HDK’nın emekçileri örgütlemediği iddiasına, HDK’nın üzerinde yükseldiği kitle tabanının hemen tümüyle emekçilerden oluştuğunu söyleyerek somut bir yanıt verebiliriz. HDK emekçi solunun bir parçasıdır. Geniş emekçi-yoksul yığınlar içinde politik özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştiren bir politik mevzidir. Her şey bir yana, PKK ve Kürt yurtsever hareketinin esasen emekçilere dayanan, yoksul halkın girişkenliği üzerinde yükselen “plebyen” bir hareket olduğu bilinen bir gerçektir. HDK, ulusal boyunduruğa karşı mücadele içinde politikleşen Kürt yoksullarıyla Batı’daki politik işçi-emekçi hareketlerinin birleşik mücadele mevzisidir.

HDP, HDK’nın bünyesinde oluşturulan, dolayısıyla cephesel bir partidir. Onun cephesel karakteri, bileşenlerinin varlıklarını sürdürmesiyle zaten besbellidir.

Hedef, HDK programında belirtildiği üzere “demokrasinin kazanılması” veya HDP programının daha vurgulu ifadesiyle “demokratik halk iktidarı”dır. Bunun temel aracının halk meclislerine dayalı bir yönetim olacağı da besbellidir, programdan. HDK/HDP sosyalizme karşıt olan herhangi bir unsur içermediği ve kapitalist sömürü düzenine karşı olduğunu ilan ettiği gibi, bizzat sosyalizmin önünü açacak demokratik halk mücadelesinin birleşik mevzisidir.

Dolayısıyla, aslında baştaki soruyu tersine çevirmek daha yerinde olacaktır: Sosyalistlerin HDK/HDP’nin dışında ne işi var?

Kuyrukçuluk nedir?

Buradan daha özgün bir soruna, Türkiyeli sosyalistlerle Kürt ulusal özgürlük hareketinin ilişkisi sorununa geçelim. Bu soruna dair, sosyalistlerin tartışmasına çıpa atan kavram “kuyrukçuluk” olmuştur. Kürt ulusal hareketiyle omuz omuza yürüme pratiği sergileyen Türkiyeli devrimciler, sosyalistler, “kuyrukçulukla” suçlanmışlardır.

Kuyrukçuluk kavramının özgün, Leninist anlamını revize eden, ilhamını Kemalizmden alan bir ithamdır bu. Yazar “şükür ki” bu kavramı kullanmıyor, fakat PKK’nin kendisiyle ittifak yapanları “sömürgeleştirdiğini” (!) öne sürerek aynı kulvarda durduğunu belirtmekten de geri durmuyor.

Lenin, “Ne Yapmalı”da geliştirir kuyrukçuluk (khvostism) eleştirisini. Lenin’in eleştirisi, işçi kitlelerinin geri bilinci önünde eğilen, kitle kuyrukçuluğu yapanlaradır. O yıllarda Rusya’da işçi kitleleri henüz Çar’ı “Baba” olarak görüyor ve Çar karşıtı ajitasyon yapan sosyalistleri yanlarından uzaklaştırıyorlardı –hatta bazı örneklerde dövdükleri bile olmuştu. Oysa ekonomik mücadeleye büyük bir ilgi gösteriyorlardı. Ekonomistler –ve sonra Menşevikler– işçilerin bu geri bilinciyle uzlaşmayı ve işçiler arasında Çar’a karşı mücadeleyi durdurmayı önerdiklerinde Lenin onları o meşhur kavramla itham etti: Kuyrukçular! İşçileri zincirleyen ve düzene bağlayan geri bilince saldırmayanlar asla sosyalist olamazdı.

Bizim topraklara ve bugüne geldiğimizde, her şey baş aşağı edilmiş gibi görünüyor: İşçi-emekçileri düzene-devlete bağlayan Türk şovenisti bilincin prangalarına saldıran, politik rejimi 20 yıldır sarsan Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin haklı olduğunu kitlere anlatan, Kürt ulusal hareketiyle omuz omuza yürüyenler “kuyrukçu” olarak suçlanmakta! Bu ithamın, kavramın özgün Leninist anlamının tam tersi bir içerik taşıdığı apaçık ortadadır. Bu, olsa olsa, Kürtlerle bir arada olmayı en büyük günah sayacak Kemalizmin etkisiyle açıklanabilir.

Tam da Lenin’in eleştirdiği kitle kuyrukçuluğunu yapan ve ajitasyonunun içeriğinde Kürt ulusu üzerindeki boyunduruktan söz etmeyen, pratik eyleminde bu boyunduruğa saldırmayan, Türk milliyetçiliğiyle uzlaşan kitle kuyrukçuları ise büyük sosyalistler pozundalar!

Tabii, bu aynı politik güçlerin aynı zamanda Kemalist askeri-sivil bürokrasinin partisi CHP’yle dirsek teması hiçbir zaman kesilmediği gibi, pek çok durumda açık-örtük ittifak ilişkilerine girdikleri de görülmüştür. (Bunun en son örneği, HDK’yı sözüm ona “soldan” eleştiren ÖDP’nin kimi ilçelerde* üyelerini CHP listelerinden aday göstermesidir.)

Belki şimdi birileri 2013 Ocağından bu yana süre gelen “müzakerelerden” bahsedecek ve Kürt meselesinin devlet için artık o kadar da yakıcı olmadığını ileri sürecek. Oysa müzakereler sürecinde, devlet ve Kürt ulusal hareketi arasındaki ateşkes nedeniyle Kuzey’de “kan akmazken”, savaş Rojava’da yoğunlaşmaktadır. Türk burjuva devleti, binlerce çeteciyi silahlandırarak Rojava Devrimi’ni boğmaya göndermektedir. Sosyal şoven kuyrukçuların Rojava karşısındaki pozisyonu da utanç vericidir. Bunlar arasından, Türkiye solunu “Rojava’nın karşısında, Esad’ın yanında” saf tutmaya çağıranlar bile çıkmıştır!

HDK’da yer alan sosyalistler, kitlelerin devrimcileşmesinin önünde büyük bir barikat olan şovenizme karşı pratik mücadelenin önemini kavramış kesimlerden oluşuyor. Ekonomik taleplerle sayısız mücadeleler yürüten kitlelerin kurulu düzenden kopuşmasını önleyen ve her seferinde onları gerisin geriya düzene bağlayan nirengi noktalarından birisini oluşturan Türk şovenizmine karşı mücadele, özellikle Batı’da kitlelerin devrimcileştirilmesi için yaşamsal öneme sahiptir. Dolayısıyla bu akımların Batı’daki mücadelede çokça akıntıya karşı kürek çekmek durumunda kaldıkları bir gerçektir. Ancak, Türk şovenizmi gibi, onun sol soslu versiyonu olan sosyal-şovenizmin de bir geleceği yoktur. Geleceği olan, yalnızca Kürt ulusuyla eşitliği savunan enternasyonalist sol çizgidir.

Diğer yandan, PKK hareketinin, kuruluşundan bugüne sürekli Türkiye soluyla ittifaklar kurmaya yönelmesi neden onun olumsuz bir yönü olarak algılansın ki? Dileyen, PKK çizgisini Güney’deki Barzani çizgisiyle kıyaslayabilir. Barzani’nin “ne pahasına olursa olsun ulus-devlet” çizgisini, PKK’nin Rojava’da somutlaşan halk meclislerine dayalı özyönetim çizgisiyle kıyasladığımızda, hangisinin sosyalistlere daha yakın düştüğünü açıkça görebiliriz.

Halk iktidarını geciktiren ne?

Böylece tartışmamızın üçüncü düzeyine, güncel politikaya geçebiliriz.

Barış Yıldırım’ın iddiası, HDK’nın “halk iktidarını geciktirmenin aracı” olduğuydu.

Oysa, devrimci strateji üzerinde ciddiyetle düşünen bütün devrimciler, bugün için bir “fetret devri” içinde debelenen 12 Eylülcü faşist iktidarın devrilip yerine demokratik halk iktidarının kurulmasının “Batının ve Doğunun” isyan dinamiklerinin birleştirilmesinden geçtiğini anlayacaktır.

Bugünkü krizin iki katmanlı olduğunu görebilen bir derinlikteki her devrimci bakış, sadece mevcut iktidar blokunun değil, bir bütün 12 Eylülcü faşist rejimin krizde olduğunu görebilir. Mevcut iktidar blokunun krizini tetikleyen ve derinleştiren ana güç Batı’nın “Direnişçi” kitleleri ise; 12 Eylülcü faşist rejimi 1990’larda beri ağır bir krize sürükleyen ana güç de Kürt ulusal hareketi olmuştur.

AKP Hükümeti, aynı zamanda rejim krizinin AB’ci burjuva “değişim” programıyla çözülmesi umuduydu. Şimdi, düzenin son umudunun tükenişini de yaşıyoruz. Dolayısıyla sorun sadece 1990’ların hükümet buhranlarına basit bir geri dönüş değildir. Bizzat devlet ve iktidar sorunu gündemdedir. Mesele AKP’nin yerine başka bir hükümetin geçişi değil, faşist rejimin yerine halk meclislerine dayalı bir halk iktidarının geçirilişidir.

Mevcut siyasal krizi koşullandıran iki katmanı birlikte ele almayan, sadece iktidar bloğunun çözülüşünü gören, ya da dikkatini sadece ona yoğunlaştıran yaklaşımlar, krizin tarihsel derinliğini ve yapısallığını görememekte, konjonktürel çözümler peşinde koşmaktadırlar.

Mevcut koşullarda, devrimci halk iktidarı perspektifine kan ve can taşıyacak yegane perspektif; emekçi solunun ve Kürt ulusal özgürlük hareketiyle birleşmesi, bir birleşik ezilenler cephesininkurulmasıdır. Bunun için, güncel formül; krizin birinci katmanının ana tetikleyici gücü olan “Gezi hareketi” ve onun politik kuvvetleri ile krizin daha derin ikinci katmanının ana tetikleyici gücü olan Kürt ulusal hareketi ve onun politik kuvvetleri arasında birliktir.

Haziran Ayaklanması’yla isyan bilincinin Batı’da halk kitlelerine mal olması, Kürt hareketine ilk kez, devletin dolayımı olmaksızın Türk halkıyla doğrudan etkileşim kurma imkanı da yaratmıştır. Bu aynı isyan bilinci, yer yer Kürt hareketi içindeki uzlaşmacı eğilimleri de eleştirmekte, dolayısıyla hareketi ileri itmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin merkezi yönetici çevrelerinin de her seferinde Gezi kitlesinden yükselen bu eleştirileri sahiplenmesi ve eleştiri oklarını Kürt hareketindeki geri eğilimlere yöneltmesi dikkat çekicidir.

Kürt ulusal hareketi içinde beliren sağ kanadın bütün direncine rağmen, Kürt hareketinin Gezi direnişçileriyle, Türkiye sol-sosyalist hareketiyle aynı safta buluşması, onun önünü açmakta, devlete kendi çözümünü dayatma imkanlarını artırmaktadır. Tersine Gezi hareketinin Kürt ulusal mücadelesiyle kaynaşması, onu devletten ve kurulu düzenden koparmakta, egemen sınıfların mevcut krize palyatif bir çözüm bularak krizden sıyrılma imkanlarını daraltmaktadır.

Emekçi solunu burjuva soluyla (CHP) ittifaka yönelten, Gezi kitlesinin CHP’den kopuşmasını önleyen, Kürt hareketiyle omuz omuza mücadeleyi engelleyen tutum ve pratikler, hareketin ırkçı-ulusalcı bozulmaya uğramasına, dolayısıyla devlete yedeklenmesine yol açacaktır. Kürt hareketi bünyesinden gelen, AKP’den medet uman, en geri burjuva çözüme razı gelen, solla ittifakın karşısında yer alan vb. tutum ve pratikler de halkların birleşik mücadelesine sekte vuracaktır.

Bu tür yanlış çizgilerin bedeli, kesin ve açık biçimde halk iktidarının geciktirilmesi olacaktır.  Halkların Demokratik Kongresi, kuşkusuz arkasındaki toplam devrimci yığınakla birlikte, birleşik ezilenler cephesi yönündeki eğilimin somut elle tutulur ifadesi, cisimleşmesidir. Ezilenlerin düzen partilerinden uzaklaşmasının ve kendi aralarında birleşmelerinin ifadesidir. Ezilenlere ait bir politik alanı açan ve büyük kitleleri bu alanda siyaset yapmaya davet eden bu cepheleşme hamlesi, lafta-sözde değil, ama gerçekte-pratikte devrimin siyasal güçlerini birleştirmekte ve harekete geçirmektedir. Siyasetin ana merkezlerinde egemenlerin iki gerici kanadı arasındaki çatışmada üçüncü bir blok, halkçı-demokratik bir alternatif olarak boyvermektedir. Rojava Devrimi’yle İstanbul’un isyan bilincini birleştiren bir köprü olmaktadır. Anadolu’nun siyasal bakımdan en geri kentlerine dahi devrimci demokratik fikirlerin girişine, mücadelenin canlanışına yol açmaktadır.

Dolayısıyla, HDK, 12 Eylülcü faşist rejimin ve onun mevcut iktidarının yoğunlaşan krizine radikal ve devrimci bir yanıtı hazırlamak isteyen halk güçlerinin buluştuğu ve yoğunlaştığı bir siyasal alandır. Komünistlerden Kürt devrimcilerine, ilerici demokratlardan anarşistlere, çevrecilerden LGBTİ hareketlerine, Ermenilerden Çerkeslere ve bütün ulusal topluluklara kadar büyük bir ezilenler yelpazesinin ayağını HDK’ya basması, bu yüzdendir.

Bu yüzdendir ki HDK/HDP aydın, devrimci gençliğin akıl ve isyan yüklü katılımlarıyla büyütülmeyi hak eden bir cepheleşmedir.

 

*Fındıklı, Tonya, Avanos. ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Önder İşleyen, CHP listesinden seçime girişlerini “halkın demokratik iradesi” olarak niteliyor ve ekliyor: “Keşke bunu daha fazla noktada tüm güçlerle yapabilseydik.” Elinden gelse, bütün emekçi solunu CHP listelerinden seçime sokacak! (muhalefet.org)

Bu yazı siyasihaber9.org sitesinden alınmıştır.

İnsanlık tarihi, insanlığın yürüdüğü yolun anlatısıyken bu anlatıyı tek şerit yolda şekillendiren, insanlık muhayyilesini tutsak eden düşünceler sistematiği ve kapitalist modernite bu dergide deşifre olacak.

@menkibe0