Logo Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş... Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş...

Bir Hak Arayışı Olarak Açlık Grevleri

"Bir halkı toptan ölüme mahkum etme gücü, bir başka halkın varlığını sürdürmesini sağlama gücünün öbür yüzüdür."

Michel Foucault

Açlık grevi, kendisine veya başkalarına yapılan bir haksızlığı protesto etmek için bir kimsenin aç durarak gösterdiği tepkidir ve bu tepki çoğunlukla fiziki özgürlükleri elinden alınan tutsaklar tarafından bir direniş yöntemi olarak kullanılır. Hapis cezaları, kişiyi özgürlüğünden mahkum bırakmayı içerir ve bu ceza kişinin bedeni üzerinden işlenir. Fakat günümüzde cezalandırmanın temel amacı kişiyi yalnızca fiziken bir yere kapatmak değil, aynı zamanda bedeninin de tutuklanmasını sağlamaktır. Hapishanede tutsak edilen kişinin bedeni artık iktidar için bir araç haline gelir. İktidarın, bedeni bir araç haline getirerek onu müdahale edebileceği bir alan olarak görmesi, fiziken kapatılmış olan kişinin bedeninin de kapatılması sonucunu doğurur. Biz ise bedeninin kapatılmasına karşı her tutsağın direniş hakkının bulunduğuna inanıyor ve bunu savunuyoruz. İşte tutsak edilmiş olan kişinin direnişi çoğu zaman bedeninde açlık grevleriyle vücut bulur. Tutsak hem kendisinin hem de bedeninin iktidar tarafından bir araç olarak görülmesine karşı çıkmak için bu direnme hakkını zaman zaman açlık grevleri ve ölüm oruçları temelinde şekillendirir.

Açlık grevi yapan eylemci, terazinin bir kefesine hayatını ve özgürlüğünü ortaya koyarak, diğer kefede taleplerine karşılık verileceğini umut eder. Bu eylemlerin amacı ölmek değildir, eylem sonucu ölümün gerçekleşmesi, bu eylemin ölüm amacı taşıdığı anlamına gelmez. Eylemci, uğruna açlık grevine girdiği haklarını almadığı taktirde ölüm riskini göze alır. Ölüm sadece muhtemel bir risktir.

Açlık grevleri, temelinde direnme hakkına dayanmış ve pasif bir direnme biçimi olan sivil itaatsizlik eylemlerinin en temel şekillerindendir. Açlık grevini “belirli bir olayı, tutumu veya davranışı benimsemeyecek tepki göstermek, çeşitli istekleri yetkili kişi veya makamlara kabul ettirmek ya da savunulan görüşlere ilgi çekmek amacıyla uygulanan ve greve katılanların, vücudun ihtiyaç duyduğu besin maddelerini almayarak kendilerini aç bırakmaları esasına dayanan bir protesto yöntemi’’ olarak tanımlayabiliriz. Bu, genel anlamda kabul gören tanımdır. Fakat açlık grevlerinin yalnız bir sivil itaatsizlik veya kendini aç bırakma hali olarak açıklamak mümkün değildir. Açlık grevleri, muhalefet etme imkanı elinden alınan kişi ve toplumların bir hak arama faaliyeti kapsamında tartışılan bir yöntemdir ve bu hak politik ve felsefi açıdan sürekli bir tartışma konusu olmakla birlikte uzun yıllardır baskıya karşı bir direnme hakkı olarak kullanılmaktadır.

 

Tarihsel Olarak Açlık Grevleri:

Açlık grevleri kadim ve tarihselliği bulunan eylemlerdir. Açlık grevlerinin bir hak arama yöntemi olarak doğuşu günümüzden birkaç bin yıl önceye dayanmaktadır.

Açlık grevlerinin birkaç bin yıl önce Uzakdoğu’da (özellikle Hindistan’ın güneyinde ve Japonya’da) siyasal olmayan amaçlarla yapıldığı bilinmektedir. Bin yıl önceki bu pratiklerde, bir kişiye iyi niyetle iyi niyetle borç vermiş olan alacaklı, borcunu ödemeyen borçlusunun borcunu ödemesi için onun evinin önünde bir sandalyeye oturup açlık grevine başlıyordu. Alacaklı, borçlusuna karşı herhangi bir fiziksel veya sözlü tartışmaya girmiyor, sadece onun evin önünde oturuyordu. Bunun sonucunda ortak bir ahlak ve kültüre sahip olan insanlar vicdan azabı ve utanma duygusuyla birlikte borçluyu zorluyorlardı ve borçlu borcunu ödüyordu. Bu yöntem, açlık grevinin bilinen ilk sosyal kullanımıdır. Açlık grevlerinin ilk kez bu şekilde kullanılması bize ahlaki-politik toplum yapısının önemini de vurguluyor.

Bazı kaynaklarda ise Hıristiyan toplumunun bir kesiminin Roma İmparatorluğu döneminde kendilerine yapılan baskı ve zulümlere tepki göstermek amacıyla açlık grevi yaptıkları belirtilmektedir. Bu dönemde Roma İmparatoru Tiberius’un yakın arkadaşı Nerva’nın, imparatorluğun topluma karşı işlediği işkence ve cinayet suçlarına karşı tepki göstermek, vahşete daha fazla tanık olmamak ve Tiberius’u yaptıkları konusunda düşündürmek için açlık grevi yapması ve bunun sonucunda hayatını kaybetmesi tarihe düşmüş ve bilinen ilk politik açlık grevi pratiklerindendir. 

 Açlık grevlerinin tüm dünyada bilinen bir direniş biçimi haline gelmesi ise 20. yüzyılda oy hakkı isteyen kadınlar tarafından cezaevlerinde gerçekleştirilen açlık grevleri ile olmuştur.

Açlık grevinin bugünkü politik anlamını kazanmasının temeli ise yine 20. yüzyıl başlarında Çarlık Rusyası’nda hiçbir makul nedene dayanmaksızın tutuklu bulunduklarını ileri süren 13 mahkum tarafından başlatılan açlık grevine dayanıyor. 20. yüzyıldan itibaren birçok silahlı-siyasal örgüt, sivil toplum örgütü, kadınlar, tutsaklar, her türlü ayrımcılığa tabi tutulanlar ve toplumun sayısız onlarca topluluğu bir hak arama ve baskıya karşı direnme hakkı kapsamında bu açlık grevlerine başvurdu.

Açlık grevlerinin toplumda yankı bulan ve ses getiren ilk deneyimi ise 20. yüzyılda kadınlar tarafından cezaevlerinde gerçekleştirilmiştir.

Bilinen en ünlü açlık grevcisi ise hiçbiri 21 günü geçmeyen onlarca açlık grevi yapan Gandhi’dir.

Ölüm oruçları ise ilk kez 1970’li yıllarda IRA (Irish Republican Army – İrlanda Cumhuriyet Ordusu) ve INLA (Irish National Liberation Army - İrlanda Ulusal Kurtuluş Ordusu) üyesi siyasi tutsaklar tarafından yapılmıştır. Bu ölüm oruçları tüm kıtaya hatta Dünya’ya yayılmıştır. Uluslararası alanda birçok direniş örgütü bu direnişi desteklemiş, direnişe sahip çıkmıştır. 8 ay süren bu eylemde 10 tutsak yaşamını yitirmiştir. Bu açlık grevleri ve ölüm oruçlarıyla alakalı yapılan filmler ve yazılan kitaplar hala tüm Dünya’da okunmaktadır.

İspanya’da dağılma aşamasına giren GRAPO örgütünün yaklaşık 50 üyesi uzun bir süre açlık grevi yapmıştır. Güney Afrika’da ise alıkonulan ve uzun süreler boyu neden tutuklandıkları dahi kendilerine belirtilmeyen yüzlerce tutuklu temel hakları için açlık grevi yapmıştır.

İsrail Devleti tarafından esir tutulan Filistinli aktivistler de uzun yıllar yüzlerce açlık grevi yapmıştır.

Bugünse açlık grevleri çoğunlukla direniş ve muhalefet etme hakkı elinden alınan kişilerin temel hak ve özgürlüklerini elde edebilmek için başvurdukları bir eylemsellik biçimidir. Türkiye ve Kürdistan özelinde ise sol sosyalist hareketlerin özellikle zindanlarda yaşanan tecrite, iletişimsizlik haline, hak gasplarına, işkence, kötü muameleye karşı ve barış yolunun açılması amacıyla açlık grevlerine başvurduğu bir gerçektir.

 

Yerel ve Ulusal Boyutta Öne Çıkan Açlık Grevleri:

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idamlarından hemen önce Mamak Askeri Cezaevi’nde 12 günlük bir açlık grevi yaptı.

12 eylül faşizmine, zindanlardaki insanlık dışı işkence ve uygulamalara karşı Amed zindanında Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek öncülüğünde yapılan ölüm orucuna 36. Koğuştaki birçok tutsak katılım sağladı. Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek 14 Temmuz 1982’de ölüm oruçlarının 55. gününde hayatını kaybetti.

12 Eylül cunta zihniyeti sadece Amed değil, birçok zindanda faşist uygulamalara devam ederken Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında bulunan birçok zindanda onlarca açlık grevi ve ölüm orucu yapıldı.  Metris cezaevinde 3 kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan grevler yapıldı.

1987 yılının temmuz ayında Sağmalcılar Cezaevi’nde 50 politik tutsak tarafından açlık grevi başlatıldı. Bu açlık grevi ülkenin birçok cezaevine yayıldı.

1996 yılında çıkartılan ‘’Mayıs genelgesi’’ olarak bilinen genelgeyi protesto etmek isteyen siyasi tutsaklar açlık grevine başladı. Bu açlık grevi 43 cezaevine yayıldı. 2174 tutsak açlık grevine, 355 tutsak da ölüm orucuna başladı. Bu eylemsellikler sonucu 10 tutsak hayatını kaybetti.

20 Ekim 2000’de 816 politik tutsak tarafından Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılması ve F tipi cezaevlerinin kapatılması gibi taleplerle bir açlık grevi başlatıldı. Grev, 1 ay sonra ölüm orucuna döndü. Grev, ölüm orucuna dönüştükten sonra Hayata Dönüş Operasyonu adı altında zindanlarda insanlık dışı operasyonlar düzenlendi. Bu operasyonlar sırasında otuz tutsak hayatını kaybetti. 

12 Eylül 2012'de PKK ve PJAK'li 483 tutsak Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında bulunan 58 cezaevinde Sayın Abdullah Öcalan'ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesi ve Kürtçenin anadil olarak kamuda kullanılması talepleriyle süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başladılar. Eylem 68 gün sürdü.

Kemal Gün, 7 Kasım 2016'da Dersim’de düzenlenen hava destekli operasyonda hayatını kaybeden DHKP-C gerillası oğlu Murat Gün'ün cenazesini geri alabilmek için 28 Şubat 2017'de açlık grevine başladı. Açlık grevinin 90. gününde Adli Tıp Kurumu Murat Gün'e ait kemikleri teslim edeceğini açıkladı ve kemikler PTT ile gönderilerek Kemal Gün'e teslim edildi. Murat Gün’ün eylemi 96 gün sürdü.

2016 yılında Türkiye'deki OHAL sürecinde binlerce kamu görevlisi görevlerinden ihraç edildiler. Bu kamu görevlilerinden Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça "işimizi geri istiyoruz" diyerek 8 Mart 2017'de açlık grevine başladılar. Açlık grevlerinin 324. gününde direnişlerinin şeklini değiştireceklerini ifade ederek eylemlerini 26 Ocak 2018 tarihinde sonra erdirdiler.

7 Kasım 2018 tarihinde HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven tarafından Sayın Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması talebiyle süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi başlatıldı. Açlık grevi tüm Türkiye Kürdistan coğrafyasındaki PKK’li tutsaklar tarafından sahiplenildi ve binlerce tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevine girdi. Açlık grevlerinin sonucu olarak 2 ve 22 Mayıs 2019 da avukatlarıyla görüşen Sayın Öcalan’ın çağrısıyla açlık grevlerine son verildi. Bu eylemlerde 1’i yurtdışında olmak üzere 7 kişi tecrite karşı kendini feda etti.

ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı, Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal'ın da aralarında bulunduğu avukatlar 5 Şubat 2020 tarihinde açlık grevine başladı. Aytaç Ünsal ve Ebru Timtik adil yargılanma talebiyle 5 Nisan'da açlık grevini ölüm orucuna çevirdiklerini duyurdular. 238 gün boyunca eylemine devam eden Ebru Timtik, 27 Ağustos 2020 tarihinde hayatını kaybetti.

Grup Yorum üyesi Helin Bölek, tutuklanan müzisyen arkadaşlarının serbest bırakılması ve Grup Yorum'un yasaklanan şarkılarını yeniden söylemek için girdiği ölüm orucunun 288. gününde 3 Nisan 2020 günü hayatını kaybetti.

Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek, Helin Bölek'ten 3 gün önce başladığı ölüm orucunu 323. günde sona erdirdiğini açıklamasına rağmen iki gün sonra 7 Mayıs 2020’de tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.

27 Kasım 2020’de Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik tecride ve cezaevlerinde özellikle pandemi döneminde artan hak ihlallerine karşı tutsaklar tarafından süresiz-dönüşümlü açlık grevi başlatıldı ve eylemler 290 gün boyunca devam etti.

27 kasım 2023’te Dünya ve Ortadoğu’da aynı anda ‘’Abdullah Öcalan’a fiziki özgürlük, Kürt ve Kürdistan olgusunu garanti altına alma’’ hamlesi ile 104 cezaevinde süreli ve dönüşümlü açlık grevi başlatıldı. Bu açlık grevleri 4 Nisan 2024 tarihine kadar 130. Gün boyunca devam etti. 4 Nisan’dan itibaren tutsaklar Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü sağlanana dek mahkemeleri boykot edeceklerini, haftalık telefon haklarını kullanmayacaklarını ve aile ziyaretlerine çıkmayacaklarını belirttiler. Bu boykot eylemi ise hala devam etmektedir.

 

Açlık Grevlerinde İktidar Pratikleri: Zorla Besleme ve Zorla müdahale

Zorla besleme, açlık grevi veya ölüm orucu yapan eylemcinin iradesini kırmak ve eylemine son verdirmek amacıyla eylemciye isteği dışında ve zorla besin verilmesi olarak tanımlanabilir. Zorla beslemenin temel amacı grevcilerin yaratmak istedikleri farkındalığı ve kamuoyunun baskısını engellemek; ayrıca devletin kendi iradesini eylemciye zorla kabul ettirmektir. Zorla besleme ilk kez 1889’da Çarlık Rusyası’nda Kara Cezaevi’nde kadınlar için oy hakkı talebinde bulundukları için tutsak edilen kadınların “siyasi tutsak” muamelesine tabi olması talebiyle açlık grevine başlayan kadın eylemciler üzerinde denenmiştir. Eylemcilerin yemek yemesini sağlayacak birçok yöntem denenip başarılı olunamaması üzerine eylemcilerin ağır yaralanmalarına sebep olacak şekilde hortumla ağızlarına et suyu ve süt akıtılmıştır. İktidarın zorla besleme pratiğini ilk kez kadınlar üzerinde denemesinin bir tesadüf olmadığına inanıyor, iktidarın burada bile kendi özüne uygun olarak, yani kadınlara karşı bir ‘’erkek’’ olarak hareket ettiğini görüyoruz.  Devletler ilk olarak İngiltere’de kadınlar üzerinde başlattığı bu işkenceyi on yıllardır binlerce kez sergilemiş, hala da bu pratiğe devam etmektedir. Fakat bu konuda olması gereken açıktır. Zorla besleme hiçbir eylemciye karşı kullanılamaz.

Açlık grevi yapan eylemciye bazen zorla besleme yerine zorla hekim müdahalesi de yapılabilmektedir. Zorla hekim müdahalesi sonucu eylemcinin grev hakkı elinden almaya çalışma amacıyla yapılır. Fakat asıl olması gereken durum şudur; hekim, açlık grevi yapan eylemciyi, beslenmeyi reddetmesi durumunda olası sonuçlar hakkında bilgilendirmelidir ve eylemcinin bu bilgilendirme sonucu hala aynı iradeyi göstermesi durumunda bu iradeye saygı duymalı, eylemcinin bu red beyanı tedaviyi reddetme hakkı kapsamında değerlendirilmelidir. Yani eylemciye zorla müdahale etmeye çalışan veya eylemciyi zorla besleyen hekim, etik ilkelere uygun davranmayarak eylemcinin iradesini gasp etmeye çalışmış olur. Eylemcinin zorla müdahaleye tabi kılınamayacağı hususu uluslararası alanda kabul gören Malta Bildirgesi ile güvence altına alınmıştır. Fakat Türkiye’de, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile eylemcilerin iradeleri ve hakları hiçe sayılmış, açlık grevi eylemi yapan eylemcinin zorla beslenebileceği belirtilerek ağır bir insan hakları ihlali durumu kanun ile güvence altına alınmıştır.

 

Açlık grevleri neyi imler?

Bu konuda kapatılma, hapishane ve biyopolitika kavramları üzerine yoğunlaşan Michel Foucault tarafından üretilen “biyopolitika” kavramıyla açlık grevleri ilişkilendirilebilir. Michel Foucault’ya göre; beden “olayların kaydolma yeridir” ve eleştirel bir tarih yöntemidir. Foucault’nun düşüncesi, bedeni toplumsal maddiliğinde kavrayan ve bedene dair tarihsel malzemeyi bilimsel, siyasal ve hukuksal süreçlerle ilişkisi içerisinde yeniden okunmasını sağlayan eleştirel bir yaklaşım geliştirmektedir. Foucault, bununla ilgili “beden, biyopolitik bir gerçekliktir.’’ değerlendirmesinde bulunur. Foucault'ya göre, dünyada bir canlı olmanın, bir bedene sahip olmanın anlamı fark edildiğinde, bu farkındalık anından itibaren ilk kez biyolojik olanın siyasi olanda da bir yansıma bulduğu ve bedenin bizatihi kendisinin siyasal-toplumsal ilişkilerin odağında olduğu anlaşılır. Yani artık bedenlerimiz  iktidarın bir müdahale alanı haline gelmiştir. Dolayısıyla, bizler de ‘’aç olma hali’’ ve açlık grevi yapmanın, düz bir şekilde yalnız bir dikkat çekme yöntemi olarak kullanılmadığını, iktidarın kendisini bedenlerimizde bile var etme çabasına karşı bir duruş sergileme hali olduğunu belirtebiliriz.

Spinoza felsefesinde insan, bedeninin tutkuları karşısında ruhunun gücü ile eylemelidir. Aksi durumda tutku, insanı köleleştirerek bilgelik ve özgürlükten uzaklaştırır. İnsanı tutkularından uzak tutan ruhunun gücüdür. İnsan ruhunun gücü̈, özünden gelen ve tutkulardan kaçınma çabasıdır. Spinoza bunun aynı zamanda insanın aklının kılavuzluğunda yaşaması olduğunu söyler. Ruhun gücü̈ akla göre eylemek olduğu için, özüne göre eyleyen ruhun eylemi aklın eylemidir.  Spinoza’nın bize anlattığı bu düşünceler varoluşa ilişkindir. Spinoza’nın bu düşünceleri temelinde açlık grevleri ve ölüm oruçlarına ilişkin Ulus Baker şöyle der:  “Spinoza’nın bu düşünceleri varoluşa ilişkindir. Onun sayesinde ölüm oruçlarının ölüme değil, yaşama doğru gittiğini, yaşama ilişkin taleplere sahip olduğunu, onunla kenetlenip onu olumladığını öğreniyoruz. Çünkü̈ yaşam dirençtir. Kendine süre biçmez, sonunu algılamaz, sona erdiğinde kendisi ortada bulunmaz.”

Barthes de, Michelet hakkında yazdığı bir yazıda, kişileri bedenlerinden yoksun bıraktığınızda kimliklerinin de yok olacağını söyler. Ona göre beden hem soyut bir kurumdur, hem de bireysel oluşun gerçekleştiği yerdir.

İktidarın gücü (potestas) karşısında devrimci olanı bir oluş halinde yaratan potentia agendi (eyleme kudreti) direnişçinin bedeni aracılığıyla var ettiği direnişle cezaevi gibi kapalı, izole bir mekanda ortaya çıkar. Bu eyleme kudreti karşısında toplumun harekete geçmesi için iktidarın karşısında toplanan devrimci, demokrat özneler neler kurgulamalı tartışmasını yürütmek gerekiyor.

Bizler ne yapmalıyız?

12 eylül darbesi sonucu Amed zindanı başta olmak üzere birçok zindanda yüzlerce tutsağın açlık grevleri ve ölüm oruçları yaptığı bilinmektedir. Özellikle Amed zindanı’nda gelişen grevlerde, eylemcilerin aileleri toplumda bir kamoyu yaratmak ve eylemcilerin direnişine bir ses olmak için farklı yöntemler denemiştir. Birçok direnişçinin ailesi cezaevleri önünde eylemsellikler geliştirerek direnişin sesini topluma taşıma noktasında güçlü bir gayret içerisinde olmuştur. Amed zindan direnişinde, direnişçiler ve aileleri yeni bir toplumsal dinamiğin ortaya çıkmasında etkili öncüler olmuştur. Bu öncülük biçimine sonraki yıllarda giderek daha az rastlıyoruz. Özellikle son dönemlerde ortaya çıkan açlık grevi direnişlerini sahiplenme noktasında hassasiyetler ve çabalar çöktürme konseptinin etkisi ile daha da azalmış durumdadır denilebilir. Amed zindanında direnişçilerin maruz kaldığı şiddet biçimleri iktidarın topluma uyguladığı kaba/çıplak şiddetin mikro hâliydi. Bugün ise cezaevleri, tecrit ile toplumun çöktürme konsepti ile giderek bireyselleşen ve yalnızlaşmaya giden hâlinin mikro bir alanda makro şekilde hissedildiği yerlerdir. Bu açıdan direnişçiler 'dışarıdaki' psiko-sosyal hâlin varlığı ile daha da yalnızlaştırılmaktadır. Bu yalnızlaştırma hâline ket vurmak için toplumsallaşmanın yeniden inşasına 'dışardakilerin' güçlü bir öncülük etmesi elzemdir. Böylesi bir güçlü öncülüğünde kurumsal adresleri, Türkiye ve Kürdistan'ın belki de tek ve en güçlü devrimci dinamiği olarak özgürlük hareketinin inşa ettiği HDK ve DTK'dir. Toplumsal alan mücadelesinin bu kurumsal adresleri toplumun bütün özneleri ile bir aradalığı inşa ederek iktidar karşısında potentia agendi'yi (eyleme kudreti) var edecek tek güçtür.

İnsanlık tarihi, insanlığın yürüdüğü yolun anlatısıyken bu anlatıyı tek şerit yolda şekillendiren, insanlık muhayyilesini tutsak eden düşünceler sistematiği ve kapitalist modernite bu dergide deşifre olacak.

@menkibe0