Logo Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş... Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş...

Ölülere Sahip Çıkan Bir Mecra Olarak Üçüncü Yol

Çok uzun yıllardır ölüler hakkında, ölüler üzerine bilgi üretmeye çalışıyorum. Zorla kaybedilenler başta olmak üzere, devlet şiddeti sonucunda katledilenler benim temel çalışma alanım oldu. İnsanlar, üzerine çalıştığım konuları duyunca, genellikle buna nasıl dayandığımı, çalışmaya nasıl devam edebildiğimi, okuduğum ya da dinlendiğim malzemeden etkilenmeden yazmayı nasıl sürdürdüğümü sorarlar. Bunların sorulmasını son derece olağan karşılıyorum ama benim ölülerle kurduğum ilişkinin, hem bir araştırmacı olarak hem de hasbelkader politik mücadelelerin içinde yer almaya çalışmış biri olarak, onlara sadece üzülmekten farklı bir yanı var. Bu farklılığın da politik mücadelelerinin sürekliliği ve bitimsizliğiyle, gençlik hareketlerinin ışıltısıyla, Kürt hareketinin sürekli geliştirerek önerdiği politik programatik çerçeveyle ve üçüncü yol diye andığımız perspektifle yakından ilgisi var. Bu yazıda dilim döndüğünce bunu anlatmaya çalışacağım.

Ölülerin, hele verdikleri politik mücadele sonucu olarak devlet şiddeti ya da sivil faşistler eliyle katledilenlerin, yaşayanların dünyası ve özellikle de politik saha ile çok güçlü bağları var aslında. Birinin katledilmesi, kaybedilmesi, işkencede öldürülmesi ya da herhangi bir biçimde infaz edilmesi, sadece o kişinin bireysel varoluşuna dair bir sonuç üretmiyor. Elbette her kişi çok tekil, özgün ve biricik; katledilen her kişi ile aslında çok biricik ve değerli bir bireysel dünya paramparça ediliyor, söylediğim buna itiraz değil. Fakat bunun yanı sıra, özellikle bizim “politik ölüm” dediğimiz durumlarda, ölünün bize yaptığı bir etki de var. Onun ölümü sadece kayıp, yas ya da melankoli yaratmıyor, aynı zamanda inandığı politik mücadeleyi sürdürmeye davet ediyor, katledilmesi biz yaşayanları aynı politik davaya farklı bir biçimde bağlıyor. Ölüler, biz yaşayanların bazen yanılgıyla sandığı gibi, sadece kayıp ve yas anlamına gelmiyor; kayıp ve yas boyutunu görmezden gelmeden ya da onun yanında diyelim, aynı zamanda bizi başka bir varoluşa davet ediyor. Başka bir deyişle, ölüler aslında bizimle konuşmaya, çok farklı biçimlerde de olsa, devam ediyorlar. Mesele o sesi nasıl duyacağımız konusunda biraz daha çetrefilli hale gelebiliyor.

Kürt özgürlük hareketinin “üçüncü yol” olarak formüle edilen, Türkiye’nin tüm faşizmlerine, tüm anaakım sağcılıklarına, hem seküler hem dinci milliyetçiliklerine yükselttiği politik itiraz, işte burada önem kazanıyor bence. Üçüncü yol çizgisi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden başlayarak tüm Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, devlete ve kapitalizme karşı dövüşmüş çok etnili sosyalist örgütlerin tüm birikimine sahip çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda reel sosyalizmin çözülüşünden sonra dünya devrimci hareketlerinin tecrübelerine de kulak kabartıyor. Murray Bookchin’in tezlerinden siyah feministlerin eleştirilerine, ekolojik perspektiflerden yeni sendikal hareketlerin önerilerine, küresel düzeydeki tüm devrimci tartışmaların izleri, üçüncü yol tartışmalarında belirgin bir biçimde gözükür. Türkiye devrimci hareketinin temel tartışmalarıyla küresel devrimci hareketlerin temalarının eleştirel bir biçimde ve birlikte analizi, Kürt hareketinin üçüncü yol çizgisini derinleştirmeye çalıştığı metinlerde hemen göze çarpar. Bu sadece metinsel bir çıkış da değildir üstelik; Kürt hareketi bu çizgiyi, yani ırksallaştırılmış kapitalizme karşı devletçi olmayan bir sosyalizm çizgisini, pratik olarak da hayata geçirmeye çalıştı. Kurduğu ekoloji örgütlerinden jineoloji tartışmalarının içinden geçen kadın kurtuluş örgütlerine, her düzeyde örgütlemeye çalıştığı meclislerden gençlik örgütüne, tüm başardıkları ve başaramadıklarıyla, yeni bir sosyalizm ufkunu ve örgütlü toplum modelini önümüze koydu. Üstelik, ilk bakışta radikalmiş gibi görünen çok farklı türde sağcılıklarla arasına hep mesafe koyarak, bu modeli sadece Kürdistan’a sıkışarak da anlatmadı. Bu politik modeli, hem Kürdistan ve Türkiye için, sonra da Ortadoğu çapında ve aslında her devrimci hareket gibi evrensel bir model ve dünya çapında bir öneri olarak kurguladı.

Gerçekten devrimci ya da radikal öneriler diyelim, her zaman bir rahatsızlık, huzursuzluk da yaratır. Bunun nedeni, bu önerilerin insanları ve toplulukları, konum değiştirmeye davet etmesidir. Son kırk yılın akıllara en çok kazınmış sloganlarından birinin “başka bir dünya mümkün” olması tesadüf değil; tüm radikal tahayyüller bize, içinde yaşadığımız dünyada doğal ve değişmez kabul ettiğimiz her şeyin değişebilir olduğunu, bütün toplumsal formasyonların bambaşka şekillerde kurgulanabileceğini söyler. Bu hem muazzam bir inanç ve umut yaratır ama aynı zamanda da hiç bilinmeyen bir dünyaya yolculuk etmek anlamına geleceğinden, bazen bizzat politik örgütlerin içinde bile, bir korku ve dirençle karşılaşabilir. Kürt özgürlük hareketinin üçüncü yol perspektifinin tam da böyle bir etki yarattığını düşünenlerdenim, çünkü bu perspektif aslında politik sahanın konvansiyonel tüm kabullerine karşı da bir çerçeve çiziyor. Bu çerçeve, örneğin politik parti yöneticilerini, milletvekillerini ya da belediye başkanlarını öne çıkarmaktan çok, bir mücadele ittifakı olarak Halkların Demokratik Kongresi’ni, mahalle meclislerinden kadın ve gençlik örgütlerine öz örgütlülük biçimlerini ve mücadelenin somut sonuçlar üreten yöntemlerini güçlendirmeyi öneriyor. Tam da bu nedenle, hareketin içinde veya çevresinde, çeperinde olanlar açısından bile bu paradigmayı önce kavramak, sonra da gerekliliklerini yerine getirmek, belki ilk anda görünenden çok daha fazla çaba istiyor.

Benim çalışma alanlarım açısından düşünürsek, üçüncü yol perspektifinin en önemli yanlarından biri, bu çizginin aynı zamanda Türkiye’de tüm faşizmlerin katlettiği “politik ölüler”e sahip çıkma çabasıdır. Kürt özgürlük hareketi, muarızlarının hakkında ve aleyhinde yaptığı anti-propagandanın tam tersine, etnik temelli bir hareket olmadığı ve gerçek bir enternasyonalist devrimci çizgiyi savunduğu için, Kürdistan’ın ve Türkiye’nin faşizmlerinin katlettiği tüm politik ölüleri taşımayı; onların sesinin, sözünün devamcısı olmayı, kendi çizgisinin doğal sonucu olarak görür. O yüzden, Deniz Gezmiş’ten Mahir Çayan’a, Berkin Elvan’dan Ali İsmail Korkmaz’a, Kirkor Zohrab’dan Mazlum Doğan’a, hem kendi hareketinin politik ölülerini hem de Türkiye devrimci hareketinin tüm politik ölülerini üstlenir, sırtlanarak taşır. Türkiye’nin farklı türde şovenizmleri tarafından bu konuda aralıksız olarak saldırıya uğramasını pek de ciddiye almaz, tüm politik ölüleri, hem de büyük bir ciddiyetle taşımayı sürdürür. Ölüsüne sahip çıkmak, üstelik sadece dar anlamıyla kendi örgütünün politik ölüsüne değil Türkiye faşizmlerinin tamamı tarafından katledilen politik ölülere sahip çıkmak, onları taşımaktan bir an olsun imtina etmemek, kendisine yapılan tüm şoven saldırılara zerre kadar kulak asmadan bunu sürdürmek, Kürt özgürlük hareketinin, kelimenin gerçek anlamında müstakil bir devrimci politik örgüt olduğunun önemli işaretlerinden biri bana kalırsa.   

Öte yandan mesele sadece politik ölü’ye sahip çıkmakla sınırlı da değil. Kürt özgürlük hareketi, aynı zamanda mücadeleye devam eden, kendini büyüten ve kaybettiklerimizi sadece yasla ve melankoliyle değil de süregelen bir devrimci hareketliliğin parçası olarak, aynı zamanda inançla, umutla ve geleceğe dair bir beklentiyle de anmamızı sağlıyor. Mesele sadece bir hafıza meselesi değil yani, ya da ölülerimize en güzel anma mekanını hazırlamak meselesi değil. Mesele, hiçbir ölümün boşuna olmadığını, hepsinin bir kayaya sürekli vuran dalgaların çok uzun bir zamanda o kayayı dönüştürmesi gibi, bir şeyi dönüştürmek için bir anlam ifade ettiğini, Türkiye faşizmlerini geriletecek bir mücadelenin parçası olduğunu bize göstermek. Bunu da ancak devam eden, süregelen, sonuçlar elde eden, politik peyzajı değiştiren, diri ve canlı bir hareket yapabilir. Kürt özgürlük hareketi, politik ölülere sadece sahip çıkmakla kalmıyor dolayısıyla; onları aynı zamanda gerçek ve canlı bir politik mücadelenin geniş havzasının içine yerleştiriyor. Belki artık şarkısı susmuş olanla en canlı şarkılarla halayların çekildiğini, bir arada, yan yana düşünüyor, onları birlikte, ortakça kendi politik sahasının tam kalbine koyuyor. Böylece melankoli ve yas, mücadele ve umutla birleşiyor.

Melankoli ve yası mücadele ve umutla birleştirmekte gençlik hareketleri epeyce mahirdir. Faşizme karşı örgütlü mücadele ve direnişte, gençlik hareketleri temel bir rol oynar. Bu 1930’larda klasik faşizmin yükselmesiyle ortaya çıkan anti-faşist mücadele tarihi açısından da bugün içinde bulunduğumuz yeni-faşizmlerin yükseldiği politik moment açısından da benzerdir. Dolayısıyla, sadece Kürt özgürlük hareketinin üçüncü yol perspektifi bakımından değil, 20. yüzyıl ve 21. yüzyıl anti-faşist mücadelelerinin tamamı açısından gençlik kategorisi ve gençlik hareketleri biricik bir konumda yer alır. Fransız anti-faşist hareketinden Polonya’daki anti faşist partizanlara, 1930’lar ve 1940’lar boyunca dövüşenlerin çok büyük bir kısmı, 18, 19 ve 20 yaşlarındaki gencecik militanlardır. Başlangıç tarihine birkaç gün kalan Varşova Gettosu Ayaklanması örneğin, gencecik militanların ısrarıyla mümkün olabildi. 19 Nisan 1943'te, Nazi işgali altındaki Avrupa'nın en önemli isyanı, neredeyse mutlak bir izolasyon içinde ve muhakkak yenileceklerini bile bile, Varşova gettosunda başladı. Varşova gettosu isyanını başlatanlar, hem Nazilere hem de kendilerine sürekli pasifizm dayatan Yahudi toplumunun yaşlılarına kafa tutan, 20'lerinde Yahudi genç kadınlar ve erkeklerdi. Yahudi Savaş Örgütünün ve Varşova gettosu isyanının liderlerinden Mordechai Anielewicz, isyan bastırıp katledildiğinde sadece 22 yaşındaydı.[1] Bugün de İsrail’in Gazze’de ve Filistin’de gerçekleştirdiği soykırıma karşı sesini yükseltenler, Kürdistan’daki sömürgeci vahşete karşı direnenler, ve dünyanın dört bir yanında farklı faşizmlere karşı dövüşerek itiraz edenler arasında gençler ve gençlik örgütleri başı çekmekteler. Bu nedenle başta gençlik olmak üzere Menkıbe dergisi vesilesiyle hem ölülere hem de dirilere sahip çıkmak için yola çıkanların yolu her zaman açık olsun.


[1] Mordechai Anielewicz’in son mektubu için bkz: http://www.70voices.org.uk/content/day43

İnsanlık tarihi, insanlığın yürüdüğü yolun anlatısıyken bu anlatıyı tek şerit yolda şekillendiren, insanlık muhayyilesini tutsak eden düşünceler sistematiği ve kapitalist modernite bu dergide deşifre olacak.

@menkibe0